_|||_ WwW.TuranHareketi.Tr.Gg _|||_ İsraili TuranHareketi Olarak Kınıyoruz Kahrolsun İsrail
  Başbuğ
 


İnsanlar vardır, doğar, büyür ve ölür. Fakat bazı insanlar vardır ki, doğar, büyür ama asla ölmez. Fani hayata veda etseler de, geride bıraktıkları ile milyonların kalbinde yaşarlar. O, eserleri ile gönülleri aydınlatır, insanlara yol gösterir. Her sözü bir buyruk olur neferlere. O bir İnsan, o bir Lider, o bir Baba, o bir Bozkurt, o bir Başbuğ idi.

Zaman oldu tek başına kaldı, zaman oldu tabukluklara sokuldu. Zaman oldu ihanete uğradı, zaman oldu Kara Eylül işkenceleri gördü. Ama o asla yılmadı. Yılmak yoktu onun kitabında. Çünkü o bir Türk, o bir Bozkurt, o bir ülkücü, o bir Başbuğ idi.

Bir millet uyuyordu. O millet ki, dünyayı adaletle, hakkaniyetle ve kudretinin şanıyla yönetmiş, sonra gafletten midir, rehavetten midir bilinmez, dünyaya hükmederken, daracık bir yarımada'ya hapsedilmiş, parçalanmış un ufak olmuştu. Afyon verilmiş gibi uyuyordu bu millet. Türk olmanın asaletini unutmuş, 5 bin yıl geriye uzanan şanlı tarihinden bihaber, yabancı izm'lerin tutsaklığında, sömürülen, yedi düvelin vahşice saldırılarına maruz bir millet, uyuyordu. Demir dağlar ardına hapsedilmişti sanki. Dağları eritmeye ateş gerekti. İlk sefer bir öncü tutuşturdu meşaleyi. Atsız-sansız olsa da, meşale yanmıştı bir kere. Derin dehlizlerden, hain tabutluklardan geçildi. Kah Kür'şad oldu biri, kah 40 çeriden biri. Sorgulandılar şef'lerin emriyle. Suçları Türk olmaktı, Türk gibi düşünmek, Türk gibi yaşamaktı. Yılmadılar. Demirdağları eritmeye and içmişlerdi bir kere. Türk, and'ından dönerse Türk denir miydi, ona. Dönmediler. Çünkü onlar Bozkurt soylu Türklerdi. Ergenekondaki bozkurt kah Atsız, kah Türkeş olmuştu. Atsız sansız olsa da Türk yürekler alevlemişti bir kere.

Adı konulmuştu Dava'mın. Türke zulm edenin, Türkü ezenin, Türkü parçalayanın, Türke kefen biçenin,... kaleleri yıkılmalı, demir dağları eritilmeli, ölümü korkunç olmalıydı. Her ne olursa olsun, herşey Türke göre, Türk tarafından, Türk için olmalıydı. Ayrı düşmüş soyumuz bir olmalı, diri olmalı, yüceliğine yakışır hayat sürmeliydi. Fidan tutmuş, koskoca çınar olmuştu. Çınar'ın adı Çiçi-Yagbu'dan beri bilinen bir büyük dava idi. Bilindiği dönemlerde şahlandığımız, unuttuğumuz çağlarda perişan olduğumuz bir dava, özbeöz Türk olan bir dava, Türk Milliyetçiliği. O bir Atsız, o bir Türk, o bir Alparslan, o bir Bozkurt, O bir Başbuğ olmuştu.

Yürüdü ardına bakmadan. Tek başına kalsa da bayrağı göndere çekmek üzere yola çıkmıştı. Zaman olmuş terkedilmiş, zaman olmuş ihanete uğramıştı. Ama o hiç kimseyi terketmemişti. Hele Türk Milletini, asla. Söylediği her söz, kıldığı her namaz, tuttuğu her oruçta, yakardığı her dua'da Türk vardı. En çok da Allah'a , o'nu bir Türk yarattığı için, şükrederdi. Yüce Allah, rehberimiz olan Kutlu Kitap'da, Milletleri ayrı ayrı yarattığını buyurur. Bu yüzden de farklı milletlerin ayrı, aynı kandan milletin de beraber yaşamasını savunmuş ve hayatı boyunca da mensubu olmakla gururlandığı Türk ırkının bir ve beraber olmasına çalışmıştır. Kimi soysuzlar, kimi hainler ona ırkçılık gibi insanlık düşmanı bir yakıştırma yapmaya çalıştılar. Halbuki 20. yüzyılın ilk Bozkurtdu Atatürk 'ün 'Türk(lüğünle) öğün, Türk(gibi) çalış, Türk(lüğüne) güven' vecizesinde anlamını bulan Türkçülüğün, 'her şey Türk için, Türke göre, Türk tarafından' tarifi ile tıpa tıp aynı olduğunu görmezden gelmek ihanetlerin en büyüğü idi. Bu ihanetler, nereden gelirse gelsin, ister devletin tepesindekilerden, ister ruhlarını ve vicdanlarını yabancı izmlere kiraya verenlerden gelsin, o asla yılmadı, emrindeki kervan daima yürüdü. Bir kere yükselen bayrağın bir daha inmeyeceğini en iyi bilenlerdendi. Çünkü o bir bozkurt, o bir hilal, o bir bayrak, o bir başbuğ idi.

O'nun gibisi bir daha olmayacak mı? Olacak, olmalı. Milletlerin büyüklüğü buradadır. Büyük liderler yetiştiren milletler, büyük milletdir. Başbuğ Alparslan TüRKEŞ'in davasına sahip olmak ve onun yüce ideallerini taşımak demek, onun fikirlerini daha ilerilere götürmekle olur. Ve onun en çok önem verdiği, birlik ve beraberliğin muhafaza edilmesi, dirliğin ancak böylelikle kurulabileceği gerçeğine uymakla, onun fikirlerine sahip çıkmış, onu yaşatmış oluruz. Türkeş idealinin ülkücüleri, onun bu prensibine sıkı sıkıya bağlıdır.

İnsanlar vardır, ölür, insanlar vardır Hak'ka yürür. Başbuğ Alparslan TüRKEŞ Hak'ka yürüdü. Sanılmasın ki, yüreğimizde tutuşturduğu alev küllendi. Yetiştirdiği milyonlarca ülkücü, o kara günde, o yıkılası Nisanda, tek yürek oldu, yeniden doğdu. Milyonlarca Bozkurt o gün, tek bilek, tek beyin, tek kalem oldu ve şu satırları beyinleri ile birlikte, açılan anı defterine, asla silinemeyecek şekilde kazıdı. 'Rahat uyu Başbuğum. Emanet'ini bir namus belleyip koruyacağız. Senden aldığımız bayrağı işaret buyurduğun yere mutlaka ve mutlaka asacağız.'

Başbuğlar ölmez, Çiçi-Yabgu, Mete Han, Bilge Kağan, Alparslan, Fatih, Atatürk, Atsız, Elçibeğ, ve daha niceleri. Hiç biri ölmedi. Son Başbuğ TüRKEŞ. O bir İnsan, o bir Hilal, o bir Bayrak, o bir Bozkurt, o bir Lider, o bir Güneş, o bir Başbuğ idi. 
 

Başbuğ Alparslan TüRKEŞ' in Hayatı
 
Göç ...
Kutludağ'ı çaldırdığımız günden beri âdeta Türk'ün mukadderatı olan göç...
Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikâyesinin başlangıcında da göç var.
Yıl 1860
Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı İlçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyü'nde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.
Yıl 1917
Kasım ayının 25'i, öğle vakti, yer, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizâde sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanım'ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.
Yıl 1921
4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokulu'na (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir "Besmele"dir. "Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum" dermişcesine bir "Besmele"dir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen...
Birbirinin ardı sıra gelen İlkokul ve Rüştiye yılları ve herbiri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatla beraber Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i Âli Osman bakıyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey, Ali Arslan'ın adını âdeta senin adın "Alparslan olsun" ve "Sultan Alparslan'a denk bir yiğit Türk ol", diyerek değiştirir.
Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşiladamızın tamamı İngiliz İşgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.
Yıl 1933
Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamağa dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ile ver elini İstanbul...
Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O yüce Dilek, O aziz ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, genç Alparslan Türkeş.
Yıl 1936
Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.
Yıl 1940
Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzıt, Umay,Selcen,Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocuklarla çiçeklenir bu evlilik vebozkurtların Muzaffer Anası'nın 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Seval Hanım'la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki evlât daha vererek sevindirecektir.
Yıl 1944
3 Mayıs Ankara'da bir gösteri veya yürüyüş eski tabirle nümayiş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta, hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere, hem de yurda sızmağa çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.
ŞÃ¢irin "Öz yurdunda garipsin, özvatanında parya" dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılk Davası başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç üsteğmen Alparslan Türkeş'te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini mesnetsiz "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnad edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim" diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ve son olmayacaktır. ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.
Yıl 1947
Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulu'nda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği'nin komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı'daki görevlerinden sonra 1951 yılında kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.
Yıl 1955
Dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada (................) üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.
Yıl 1959
Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gider. Bu okulu başarıyla bitirdiğinde artık bir Kurmay Albay'dır.
Yıl 1960
Tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "İhtilâl'in kudretli Albayı"dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş İhtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.
Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevkedilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek bahanesiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.
1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.
Yıl 1963
Tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.
Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurar.
Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevi'nde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.
Yıl 1965
Tarih 31 Mart saat 11:00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.
Kısa bir zaman sonra 1 Ağustos 1965 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultayı'nda Genel Başkan seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili olarak parlamentoya girer.
Yıl 1969
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili seçilir.
31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos-31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan I. ve II. Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.
ülkü Ocakları, Büyük ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler başlar.
1968 yılından itibaren marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu, "Komünist Devrim" için üs haline getirirler. üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mı tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmağa ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeğe başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.
Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama heryerde karşı çıkıp mücadele eden ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçler"i birşeylerin daha doğrusu ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.
Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının komünist çetelerce katledilişini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmeriği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.
Yıl 1980
12 Eylül sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekânlardır.
Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra saklandığı yerden ortaya çıkıp teslim olur. Cunta tarafından tutuklunan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 ülkücünün idamı istenilir, 9 Nisan 1985'de beraat eder ve tahliye olur.
Yıl 1987
Tarih 6 Eylül, yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ'a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.
Yıl 1987
Tarih 4 Ekim, Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkan seçilir.
Yıl 1991
20 Ekim 1991 Genel Seçimleri'nde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.
Yıl 1992
27 Aralık 12 Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.
Yıl 1992
Tarih 24 Ocak, MÇP'nin 4. Olaganüstü Kurultayı toplanır ve partinin adını MHP, amblemini üç Hilal olarak değiştirir.
Ve Yıl 1997
Tarih 4 Nisan...
Karlar altında milyonlarca ağlayan insan...
 








  SON BAŞBUĞ

ALPARSLAN TüRKEŞ'İN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI
1- Türk Adı ve Kavramı
Türk milleti tarihin en eski milletlerinden birisidir. Bu milletin adı olan "Türk" sözü ise eski çağlardan bu yana kullanılmaktadır. O dönemlerde atalarımızın "yazılı belge" bırakma geleneği bulunmadığı için. Türkler hakkındaki ilk bilgiler Çın kaynaklarında yer almaktadır. Bu konudaki eski belgeler, Çin hükümdar yıllıklarında bulunmaktadır. Buna göre, belgelere dayanan tarihi kaynaklar ilk Türk devletinin Büyük Hun İmparatorluğu olduğunu göstermektedir. Bu da M.Ö. 209 tarihidir. Büyük Hun Devleti gibi dönemin eşsiz teşkilatlarından birisini hazırlayan bir kültürün, bir medeniyetin olması tabiidir. Bunun yanı sıra, daha önceki çağlarda varlığı bilinen Sakalar veya İskitler'in, Türklerin kurduğu ilk devletlerden biri olduğu yolunda bazı ılım adamlarının görüşleri de mevcuttur. Ancak bunlar hakkında belgelere dayalı bilgi bulunmamaktadır.
 
Türklerin anayurdu olarak Türkistan'ın kuzey bölgelerindeki Altay Dağları ile Orhun Irmağı'nın mecrası ve kıyıları gösterilmektedir. Fakat daha sonra Hazar Gölü ile Çin seddi'nin batısında bulunan çöle kadar yayılan Türkler, bugün tarihçilerin Ortaasya veya Türkistan dedikleri bölgeleri vatan yapmışlardır.
 
Bilinen tarihi seyir sonucunda Türkler bu vatana, Balkanlar, Anadolu, Karadeniz'in kuzeyi. Ortadoğu'nun bir bölümü, Kafkasya ve Sibirya'nın güney bölgelerini de katmışlardır. Türk adı ve kavramı; tertemiz bir saflığın, doğruluğun, iyiliğin, yüksek ahlakın, bilgi ve aklın, bilime ve bilim adamına saygının, gücün, kuvvetin, disiplinin ve bütün bunların tabii bir sonucu olan teşkilatçılığın tarifi olmuştur.
 
2- Millet ve Milliyetçilik:
 
Ernest Renan'ın 1890'larda yaptığı tarife göre, millet; "ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur." Renan'ın bu tarifi, dünyadaki bilim adamlarınca en kısa ve özlü tanım olarak kabul görmüştür.
Milliyetçilik ise. kısa, basit ve öz olarak, "ferdin mensubiyet duyduğu kendi milletine ve onun değerler manzumesine, aşkla, imanla bağlanması ve bu değerleri yüceltmek için çaba göstermesi" şeklinde özetlenebilir. Burada milliyetçiliğin özelliklerini de kısaca belirtmekte fayda umuyoruz.
 
a- Milliyetçilik, akılcıdır. Mantığa, adalete ve sosyal dayanışmaya özel bir önem veren fikir sistemidir.
 
b- İdealizmi ve insanlığın mutluluğunu esas alan bir iyimserliğe sahiptir.
 
c- Sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır. Dolayısıyla insanlarda kan aranmaz, ruh ve imana önem verilir.
 
d-Halkın hür iradesinin hakim olmasını arzu eder. Kendi milletinin yanı sıra, diğer milletlerin de hür olarak yaşamasını benimser. Köleliği reddeder, sömürü ve emperyalizme şiddetle karşıdır ve en önemli özelliklerinden birisi de demokrat oluşudur.
 
e- Bütün milletlerin yaratılış ve istidatlar yönünden eşit olduğuna inanır. üstün millet-aşağı millet faraziyelerini kesinlikle reddeder.
 
f- Milliyetçilik, şuura, bilgiye, ilme dayanır. Başta kendi milleti tarafından vücuda getirilen medeniyet olmak üzere bütün medeniyetlere saygı duyar.
 
g- Milliyetçilik, sahip bulunduğu bu özelliklerin ancak demokratik düzende gelişip serpileceğine inanır.
 
3- Milli Hakimiyet
 
20. yüzyıl başlarında Türk Amme Hukuku'na giren önemli yeniliklerden birisi de milli hakimiyet kavramıdır. Bu kavram, millet tarafından devlete verilen iktidar gücü olarak da tanımlanabilir. Hakimiyetin kişi, hanedan veya bir zümre yerine, bütün millete ait olmasıdır. Millet ise kendini oluşturan kişilerin üstünde, onlardan ayrı ve bağımsız bir varlıktır. Dolayısıyla siyasi iktidarı elinde bulunduranlar, söz konusu iktidarın sahibi değildirler. Bu güçlerini hakimiyetin asıl sahibi olan millet adına kullanırlar. Bu kavram Milli Mücadele liderleri tarafından 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Haklan Beyannamesi'nden alınarak Türk devlet hayatına kazandırılmıştır.
 
Milletin hakimiyeti kullanabilmesi için bir "meclis"e ihtiyaç bulunuyordu. Bu da Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Mustafa Kemal milli hakimiyet kavramını devlet hayatına geçirirken, Türk milletine istinad ediyordu. Bu anlayıştan hareketle Atatürk ilkeleri denilen sisteme milliyetçilik kavramını almıştır. Mustafa Kemal, milliyetçilik mefkuresini siyasi anlamdan da ayırmıştır.
 
Son dönemlerde yetişen bilim adamları milliyetçiliği "modern bilime ve marksizme göre milliyetçilik" olarak iki ayrı grupta değerlendirmişlerdir. Modern bilime göre milliyetçiliği sosyolojik, kültürel, ideolojik ve doktriner milliyetçilik şubelerine ayırmak mümkündür.
 
4- Milliyetçiliğin Tasnifi
a- Sosyolojik Milliyetçilik:
 
Duyguya, hisse, aşka dayanır. Bir millete mensup fertlerin kendi milletine karşı beslediği bağlılık duygusu ve şuurudur. Sosyologlar, fertlerin mensup oldukları topluluğa bağlılık duygusuna "zümre şuuru, zümre hissi, zümre hissiyati" gibi adlar vermektedirler. Bu şekilde birbirine bağlı fert ve ailelerin, toplulukların duydukları mensubiyet şuuru sonucunda kavimler ve milletler meydana gelmiştir, medeniyetin gelişmesinin ;emelini de bu duygu ve düşünceler meydana getirmiştir.
 
Atatürk bu konuda şunları söylüyor;
"Biz doğrudan doğruya miliyetperveriz. Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetin dayanağı Türk kültüm ile ne kadar dolu olursa, o topluluğu dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur."
"Milletimiz sahip olduğu vasıfları ve liyakatim, hükümetinin yeni ismiyle, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla göstermeyi başaracaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda tuttuğu mevkie layık olduğunu, eserleriyle isbat edecektir."
 
b- Kültür Milliyetçiliği

Bir milletin siyasi, askeri ve medeniyet tarihini, yani hukukundan devlet anlayışına, sanatından ekonomisine kadar bütün alanların, ilmi ölçülere göre incelenmesi ve bu gerçeklerin milletin fertleri tarafından özümsenerek zihinlere nakşedilmesidir.
 
Mustafa Kemal'in bu konudaki sözleri de bize ışık tutmaktadır;
"Milliyet davası, şuursuz ve ölçüsüz bir dava tarzında düşünülmemelidir. Milliyet davası, siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir mefkure meselesidir."
 
Kültür milliyetçiliğinin ön şartı, sosyolojik milliyetçiliktir.Çünkü ruhen ve aşk ile milletini sevmeyen bir insanın, ilmi gerçekleri şuurlu bir şekilde kabul etmesi, benimsemesi düşünelemez. Milliyetçiliğe göre, maddi ve manevi gelişme için milletlerarası kültür alış veriş son derece tabiidir. İnsanların, serbest düşüncenin tabii bir sonucu olan modern bilim ile yeni hakikatlere ulaşacaklarını kabul eder.
 
c- İdeolojik Milliyetçilik:
 
Siyasi ve sosyal bir doktrini olan bir hükümetin, parti, dernek veya sendikanın hareketlerin; yön veren düşünce ve görüşler sistemidir. Buna : siyaset veya politika da denilebilir.
 
Atatürk'ün şu sözleri ideolojik milliyetçiliği çok güzel ifade ediyor; "Bizim milletimiz derin bir geçmişe maliktir. Bu düşünce, bizi elbette altı-yedi yüz yıllık Osmanlı Türklüğünden, Selçuklu Türklerine ve ondan evvelki dönemlerin her birine eşit olan büyük Türk devletlerine kavuşturur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
d- Doktriner Milliyetçilik:
 
Milletlerin, meşru bir yönetim şekli ve belli bir program dahilinde kendi kendilerim yönetme esasına dayanır.
 
Buna göre, hükümranlık hakkı millete aittir. Hiçbir fert ve grubun millete dayanmayan bir otoriteye sahip bulunamayacağı ve milletlerin kendi kaderini tayın etme hakkına sahip olacağı ilkesidir. Milliyetçilik, sağcı ve solculuğun tamamen dışındadır ve bunlarla hiçbir ilgisi yoktur.
 
Atatürk şöyle der; "Hakimiyet milletin tamamına aittir. Demokrasi prensibi, milli hakimiyet prensibine dönüşmüştür." "Mecliste yoğunlaşan milli iradenin fiilen vatanın mukadderatını ele almış olduğunu kabul etmek temci prensiptir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir kuvvet yoktur ."
 

 
5- Milliyetçiliğe Düşman Unsurlar:
 
Milliyetçiliğe düşman olan fikirlerin başında marksizm gelir. 'Marksizm, modern bilimin ortaya koyduğu şekilde yani, "ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğu" şeklinde tanımı ve millet kavramını reddeder. Dünya tarihini "sömüren ve sömürülen" sınıfların mücadelesi olarak ele alır. Dolayısıyla milliyetçilik duygu ve kavramını reddeder.
 
Bunun yanı sıra marksizmin, milliyetçiliği; ırkçılık, şovenizm (kendi milletinin kusurlarını ve başka milletlerin olumlu taraflarını görmeme), irredantizm (Rus, Sırp ve Yahudilerin günümüzde uyguladığı saldırgan milliyetçilik), sağcılık, aşırı sağcılık, Turancılık (dünyadaki Türklerin ortak bir medeniyete mensup olduklarına inanma ve bunlara sempati gösterme) gibi modern bilimin kesin hatlarla birbirinden ayırdığı kavramları kaşıdı olarak tahrif eder ve bunların tamamım milliyetçilik içinde mütalaa eder.
 
Marksizmin kurucuları Marks ve Engels, Komünist Beyannamesinde millet ve milliyet kavramlarını birer burjuva uydurması olarak gördüklerini ve işçilerin vatansız olduğunu, dünyanın işçiler ve burjuvalar olmak üzere iki sınıfa ayrıldığını öne sürüyorlardı. Marks. 4 Kasım 1864 tarihinde Engels'e yazdığı bir mektupta, Enernasyonal Toplantısında yapacağı konuşmada, "milliyetler" tabiri yerine "memleketler" kelimesini kullanmayı tercih ettiğini belirtiyordu.
 
Lenin ise, "burjuva milliyetçiliği" adım verdiği milliyetçiliğin, bir milletin işçileri, proleterleri ile burjuvalarını bir araya getirişinden ve çeşitli milletlerin proleterlerini birbirinden ayırışından yakınır. Lenin, "liberal burjuva milliyetçiliği"nin sınıf mücadelesine karşı silahının "milli kültür" olduğunu ve bunu bir burjuva hilesi olarak kabul ettiğini belirtir. Lenin'e göre milli ve manevi değerlerin kaybedildiği bir kültür meydana getirilmesi esastır. Bu da ancak proleter kültür olmalıdır.
 
Diğer taraftan marksist liderler uygulamada, mensup oldukları milletin refah ve mutluluğu için, marksizmi bir araç, bir paravan veya örtü olarak kullanmışlardır. Uygulamada ise Lenin, Rus milletinin, Mao, Çîn milletinin mutluluğunu her şeyin üstünde tutmuşlardır.
 
Atatürk, komünizm konusunda o önemde milleti bakınız nasıl uyarıyor!
 
"Memleketimizin hali, sosyal sanılan, din ile milli ananelerinin kuvveti, Rusya'daki komünizmin bize uygulanmasına imkan olmadığı kanaati doğurmuştur.!'
 
6- Yüzyılımızın Yükselen Değeri Milliyetçilik ve Türkiye:
 
a- Milli Hakimiyet:
 
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve başkenti ile topraklarının tamamına yakını galip devletler tarafından işgal edilmeye başlamıştı, imzalanan Sevr Anlaşmasıyla Türkler'e Orta Anadolu'da küçük bir toprak parçası layık görülmüştü. İşte bu şartlar altında ordu mensuplarının liderliğinde ve sivil kadroların da iştirakiyle Anadolu'da Milli Mücadele başlatıldı. Asker ve sivil kadroların birleştiği ana nokta. Türk vatanının düşman işgalinden bir an önce kurtarılması gerçeğiydi. Türk vatanı ise, temelleri Erzurum Kongresi'nde atılan ve Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda ilan edilen "Misak-ı Milli" idi. Misak-ı Milli sınırlan içerisinde yaşayan Türk milletinin kayıtsız ve şartsız milli hakimiyetini sağlama düşüncesi, milliyetçi liderlerin başlıca gayesi durumuna gelmişti. Bu hareketin çekirdek kadrosunun başına Mustafa Kemal getirildi ve kendilerine de "Kuvay-ı Milliyeciler" denildi. Mustafa Kemal Paşa, arkadaşlarının görüş ve düşüncelerini her fırsatta açıklıyordu. Biz de Mustafa Kemal'in görüşlerini esas alarak konunun tespitine çalışacağız.
 
Mustafa Kemal'e göre Milli Mücadele'nin asıl gayesi işgal altında vatan topraklarını düşmanlardan kurtarmak ve bu topraklarda milletin hakimiyetini sağlamaktı. Sürdürülen çetin mücadeleler sonucunda kurulan devlet teşkilatına ve onun düzenine ait bir Anayasa vazedildi. Çünkü, "Türk"ün haysiyet, izzet-i nefs ve kabiliyeti çok yüksek ve çok büyüktü. Böyle bir milletin esir yaşamaktansa ölmeyi tercih edeceği, dolayısıyla temel parolası da ya istiklal ya ölüm olmuştu. Mustafa Kemal, Mülkiye Mektebi öğrencilerine hitaben yaptığı bir konuşmada, Türk milletinin hedefini şu şekilde açılıyordu. "Her Türk ferdinin son nefesi, Türk milletinin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu göstermelidir. Yüksek Türk! Senin için yükseklik hududu yoktur. İşte parola budur."
 
Milli Mücadele liderleri Osmanlı Devleti'nin yıkılmaya yüz tuttuğu bir dönemde ortaya çıkarak, Türk milletine düşman unsurların devleti ortadan kaldırma ve bu devletin asli unsuru olan Türkleri imha etmekten başka bir düşünceleri olmadığını her yerde anlattılar. Bu gerçek karşısında Türk milleti yeni bir iman ve azimle devleti kurmaya muvaffak olmuştur, kurulan bu devletin dayandığı asıl temel de "istiklal-i tam" ve "bilakayd-ü şart hakimiyeti milliye"den ibarettir. Türk milleti son derece zor şartlarda elde ettiği bu hakimiyetin bir zerresini dahi feda etmemekte kararlıdır.
 
b-Millet Anlayışı:
 
Milli Mücadele liderlerine göre, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranların tamamına "Türk milleti" deniyordu. Mustafa Kemal milleti hakkında düşüncelerini şu şekilde özetliyordu: "Türk milletinin cedd-i ilası Türk namındaki insan, Nuh Aleyhisselam'm oğlu Yafes'in oğlu olan zattır. Türkler 15 asır evvel Asya'nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine tecelligah olmuş birer unsurdur. Sefirlerini Çin'e gönderen ve Bizans'ın sefirlerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devlet idi."
 
Mustafa Kemal'in burada sözünü ettiği "Türk" hakkındaki bilgiler, destanlara dayanıyor. Bu yönde tarihi bir belge mevcut değildir. Ancak, Hunlar Çin elçilerini, Göktürkler de Bizans elçilerini kabul etmişlerdir, bu tür bilgiler tarihi kaynaklarda mevcuttur.
 
Mustafa Kemal ve arkadaşları Milli Mücadeleyi başlattıklarında maddi güçten yoksun bulunuyorlardı. Ancak son derece büyük bir zenginlikleri vardı. Bu da "Büyük Türk milletinin asaletinden doğan yüksek ve manevi bir kuvvetti ve bu kuvvete, yani Türk milletine güvenerek" işe başlamışlardı. Bu kuvvetse, milli sınırlar içerisinde kurulacak yönetimin Erzurum Kongresi'nde temelleri atılan hakimiyet-i milliye esaslarının uygulanmasını ve bu yönde teşkilatlanmasını istiyordu. Türk milliyetçileri sor ve çetin mücadeleler sırasında ortaya çıkan milli mevcudiyetin temelini, milli şuur ve milli birlikte görüyorlardı.
 
Uyanan bu milli birlik ve milli şuurun bir itici güce ihtiyacı vardı. İşte bu güç Türk birliğinin kudret ve kabiliyeti ile Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olarak Türk ordusunu ortaya çıkarmıştı. Mustafa Kemal'in söyleşiyle, Türk ordusu "Türk topraklarını ve Türk idealini tahakkuk ettirmek için sarf etmekte olunan sistemli çalışmalım yenilmesi imkansız teminatı" olarak görülüyordu.
 
c- Cumhuriyetin Hedefi: Demokrasi
 
Milli Mücadele liderleri, içinde bulundukları ağır şartların tahlilini iyi yapmışlardı. Bu yüzden şartların gereğini yerine getirmek için yoğun bir tempoda göre yapıyorlardı. Mustafa Kemal'e göre "yeni Türkiye'nin eski Türkiye" ile bir alakası yoktu. Ancak milletin değişmediği ve yeni devlerin, eski devleti meydana getiren ana unsur olan Türk milleti tarafından kurulduğunun da şuurundaydı. Yeni kurulan devletin yönetim şekli bu dönende çeşitli tartışmalara yol açmıştı. Mustafa Kemal Paşa, bir Fransız dergisine erdiği demeçte yeni devletin rejimini şu şekilde özetliyordu:
 

 
Mustafa Kemal, yeni rejimin ana ruhunu bu şekilde özetliyordu. Nitekim Türkiye'de yaşayan insanlar ırken ve dinen, kültür yönünden bir ve beraberlerdi. Bu itibarla birbirlerine karşı son derece saygılı, gelecekteki ortak çıkarların bir arıda ve birlikte olduğunun farkındaydılar.
Mustafa Kemal, yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı gibi, "Türk milleti" fikrinde ısrarla durmuştur. İthal malı gibi gözüken görüşlere de "Ne mutlu Türk'üm diyene" vecizesi ile anlamlı cevap vermiş ve Türk damgasını vurmuştur. Dil, tarih, medeniyet, sanat, ekonomi ve siyaset gibi alanlarda her türden değerin millileşmesi için çaba harcamıştır.
 
Alparslan Türkeş, bu değerler manzumesi ortamında yetişmiş, dünya görüşüne, hareket tarzına, duygu ve düşüncelerine işte bu milli değerler yön vermiştir.
 
7- Türkeş'in Milliyetçilik Anlayışı:
 
Türkeş, Türk milletinin yeni bir yolun yolcusu ve yeni bir kaderin sahibi olması gerektiğini düşünüyordu. Bu yeni yol, Türkiye'yi bilimde, ahlakta, teknikte ve sanayide yeryüzünün en ileri ülkesi yapmak isteyenlerin yolu olacaktı.
 
Türkeş, tıpkı Orhun Kitabelerindeki gibi, geceyi gündüze katıp emek harcayarak, ter dökerek kendi düşünce eserlerini meydana getirecek ve Türk milletini kökünden koparmadan, bilimde, sanatta kanatlandırıp çağlar üzerinden uçuracak gerçek aydınlara ihtiyaç duyulduğuna işaret ediyordu.
 
Türkeş, bunun için sadist Slav marksizmine veya soğuk Anglo-Sakson kapitalizmine sarılmaya gerek olmadığını, üçüncü bir yola ihtiyaç duyulduğunu belirtti. ülkede sosyal adaleti ve Türk milletinin toplum olarak büyük bir hızla kalkınmasını sağlayacak yüzde yüz yerli ve milli bir doktrin olması gerektiğini vurguladı. Bu doktrinin ruhunu "Her şey Türk milleti için, Türk'e doğru ve Türk'e göre" prensipleri teşkil etti. İşte Türkeş'in o ünlü "9 Işık Doktrini" bu düşüncelerin ürünüdür.
 
Türkeş Türkiye'de yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğunun Türk milletini teşkil ettiğine inanır. Bu sınırlar dışında yaşayanlarla birlikte çok büyük ve geniş bir aile olan Türkler'in, temel varlığı ve meselelerin çözüm yeri ve sahibi olarak Türkiye'yi gördüklerine inanır. Bu bakımdan Türkiye'nin birinci planda ele alınması, korunması ve yüceltilmesinin başlıca konuyu teşkil ettiği görüşündedir.
 
Alparslan Türkeş'e göre Türk milliyetçiliğinin temel görüşünü şu şekilde özetlemek mümkündür.
 

 
Türkeş'in milliyetçilik anlayışının temelinde, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi yatmaktadır. Türkeş;
 
der.
 
Türkeş'in ortaya koyduğu Türk milliyetçiliği anlayışında, başka milletlere karşı kin ve nefrete, gareze, öfkeye yer yoktur. .Türk milletine duyulan derin sevgi esastır.
 
Türkeş'in Türk siyasi hayatına kazandırdığı ve kitleleri derinden etkilediği milliyetçilik anlayışının yanına "Türkçülük" kavramını da oturtmak gerekir.
 

 
Alparslan Türkeş'teki bu yüksek manevi anlayış, ülkücülüğü doğurmuştur. Türk muhitini en kısa yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarma, mutlu, müreffeh, bağımsız, hür ve kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturma ideali Türkeş'in ülküsünü oluşturur.
 

 
Alparslan Türkeş'e göre Türk milletinin "kutlu güç kaynaklarının" başında İslamiyet, milliyetçilik ve Türkçülük gelmektedir. Ayrıca birlik, beraberlik, iç barış ülküsü, cihan devleti kurabilme özellik ve kabiliyeti de Türk milletinin temel özellikleri arasında yer alır.
 
Türkeş, ülküsünü, idealini, sevdasını, aşkını bilim adamları, aydınlar ve gençlerle paylaşmıştır. Özellikle de gençlere hitab ederken Bilge Kağan gibi; "Ey Türk! Titre ve kendine dön" diye kükremiş ve bu dönüş iki bine iki kala en yüksek temposuna ulaşmıştır. Gençleri, aydınlan sevdasına ortak olmaya, yeni ufuklara çağıran Türkeş, ülküsünü Bilge Kağan'dan, Kür-Şad'ın izinde Anadolu'ya kazımıştır:
 
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
Rüşvet, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,
Ahlaktan mahrum bir hürriyete,
Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum.
Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum:
Yeniden maneviyata dönüş...
Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye'dir."
Türkeş, ömrünü Türk milletine adamıştı. O'nun milliyetçilik anlayışı, yüksek ahlâkı, maneviyatı, elbette bu satırlara sığdırılamaz. O bir "Bozkurt" idi. O'nun heyecanını, ülküsünü duyabilmek, yaşayabilmek, O'nu öğrenip anlayabilmek önemlidir.
"Dün Ergenekon şeddinden geçerken önümüzde bir Bozkurt vardı. Bugün Türklük için en iyiyi, en güzeli her ne pahasına olursa olsun elde etme mücadelesine binlerce Bozkurt olarak yürümekteyiz, yarın ise hür ve mesut ufuklara doğru milyonlarca Bozkurt olarak koşacağız."
 
8- Türkeş'in Siyasi Hayatından Kesitler
 
Bugün 60'lı yaşların üstünde olanlar, yani babalarımız, savaş, açlık, kıtlık, karne dönemlerini görmüşlerdir. Bu kuşak, zor yılların da etkisiyle, yalnızca yaşayabilmeyi, hayatta kalabilmeyi, daha açık söyleyişle midelerini düşünmüşlerdir. Bundan dolayı kendileri hiçbir zaman suçlanamaz.
 
Türkeş, Türk milletinin bir siyasi parti etrafında toplanması gerektiğine inanıyordu. Sürgün dönüşü ayaklan havaalanında vatan topraklarına değer değmez bu düşüncesini hayata geçirmek için çalışmalara başladı. Türk gençliğine Türk milliyetçiliği konularında bir öğretmen gibi dersler verdi. Gece gündüz çalıştı. Yorulmadı, yılmadı, yüksünmedi. Çalıştı, çalıştı, çalıştı... İhanetlere uğradı, terk edildi, yalnız bırakıldı. En yakınlarından Türk milleti uğruna şehit verdi. Ama o çelikleşmiş iradesiyle, engin fikirleriyle her zaman çalıştı. Yılmadı...
 
Türk milletinin yeni bir ruhla silkinmiş evlatlara ihtiyacı vardı. Türkiye, 1960'ların özellikle ikinci yarısından başlayarak, 70'li yılların ortasına kadar unutturulmuş olan "Türk" kimliğiyle yeniden tanıştı. Türk milletinin kalkınmış ülkeler seviyesine çıkabilmesi için milli kimliğin hakim kılınması ve yetişen gençlerin Türk olduğunun idrakinde olması gerekiyordu. Türkeş'in Türk milletine ve Türk gençliğine hatırlattığı vasılların başında "Türk milliyetçiliği" gelmektedir.
 
 
Türkeş, "Türk" milletine mensup olduğunun şuuruna varan gençlere 1970'li yılların ikinci yarısından itibaren dinlerini hatırlatmıştır, "İslam ahlâk ve fazileti" olarak tarif ettiği İslam dininin bütün gençlerin yüreklerinde duymasını sağlamıştır. Şüphesiz Türkeş, Balıkesir yöresi Türkmen aşiretlerinden Çipniler'in MHP'ye ilhakı dolayısıyla yaptığı bir konuşmasında, Alevi vatandaşların da MHP'ye katılması gerektiğini ve Türk-İslam ülküsünü hayata geçirmek isteyen tek partinin MHP olduğunu söylemişti. Türkeş bu konuşmasını, "Yolumuz Allah yoludur" diyerek bitirmiş ve Alevi-Sünni ayırımının Türk mille! ine yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu belirtmişti. Bu açıklamadan sonra Alevi vatandaşlarımız kitleler halinde MHP'ye iltihak etmişti.
 
Gerçekten de o yıllarda Türkiye sağcı-solcu, Alevi-Sünni, ilerici-gerici olarak bölünmeye parçalanmaya çalışılıyordu. Komünistler bazen Atatürkçülük maskesi ardına sığınarak, bazen de halkların, işçilerin, emekçilerin ezildiğini öne sürerek bunları kendilerine kılıf yapmak suretiyle, Türk milletine yönelik saldırıları hep cepheden sürdürüyorlardı.
 
Türkeş ise o dönemde ortaya çıkarak, "Biz ne sağcıyız ne solcu, Türk milliyetçisiyiz. Ancak, halkın anladığı manada sağcı olabiliriz. Türk mîlletini ve vatanını kamplara bölmeyin. Sesimize kulak verin. Bu kavga sağ-sol kavgası değildir, bir dış saldırıdır. Demokratik rejime yönelmiştir. ülkeyi yıkmak istiyorlar" demişti.
 
Ancak o kara dönemde bazı çevreler bu sese kulak asmıyorlardı. Hem içeriden hem de dışarıdan pek çok işbirlikçi, Türkeş aleyhine kampanyalar, yürütüyorlardı. Faşist dediler, Irkçı dediler. Kafatasçı dediler. Fakat o bunların hiçbirisinden yılmadı. Çünkü söylenenlerin hiçbirisi değildi. O Türk milletinin "Başbuğu" idi.
 
Yerli ve yabancı ihanet şebekelerinin ve gafillerin uzantıları Türkeş'i yıkmak, Türkeş'i karalamak, Türkeş'i yok etmek için türlü oyunlara başvurdular. O bunların hepsini zamanında öğrendi. Gereken tedbirleri aldı.
Çünkü Türkeş, Türk milletine güveniyordu.
 
Türkeş gür sesiyle millete yaptığı çağrıyı sürekli tekrarlıyordu: "Bizleri milliyetçi Türkiye'ye götürecek ana ilkeler, temel hedefler Dokuz Işık Doktrini'nde gösterilmiştir. İdeolojimiz, çağın en dinamik ideolojisi, Türk milliyetçiliğidir. Dokuz Işık Doktrini ve Türk milliyetçiliği ideolojisini sizlere takdim ediyorum. Bunları sonuna kadar savunacak, Türkiye'nin en ücra köşesine kadar yayacaksınız."
 
12 Eylül harekatıyla Türk milliyetçilerinin kervanı basıldı. Kervan yağmalandı. Çünkü Türkeş iktidara yürüyordu. C-5 tezgahından pek çok ülkücü geldi geçti. Kışın zemherisinde çırılçıplak soyularak gecenin karanlığında kilometrelerce yürütülen ülkücüler vardı. Elektriğin tuzlu acısını hücrelerinin her zerresinde hisseden ülkücüler vardı.
 
Türk milleti için çekilen acılara, sıkıntılara, ayrılıklara, gözyaşına rağmen, Türkeş yılmamıştır. Tutsaklık günlerinden sonraki bir görüşmede, şöyle diyordu:
 

 
Türkeş, basılan kervanı, yabalanan kıymetleri yeniden toplarlamak için gece gündüz çalıştı. Yok olan teşkilatı yeniden toparladı. Türkmen atasözünü ne güzel söylemiş: "Göç yolda dizilir..."
 

 
1991 yılında yapılan seçimlerde Türkiye yeni baştan nefes aldı.
 
Ancak Türkiye'nin bütünlüğü tehlikedeydi. Milletin birlik ve beraberliğine kasteden hain çeteler yine sahnedeydi. Vatandaşlarımız-her gün ölüyordu. Askerimiz, polisimiz şehit ediliyordu. ülkede Türk-Kürt ayrımı yapılıyordu. Alevi-Sünni çatışması körükleniyordu. Türkiye; güzelim vatanımız, birkaç cepheden kamplara ayrılmak isteniyordu. Anaların gözyaşı dinmiyordu. İki aylık kundaktaki bebelerin üstüne şarjörler boşaltılıyordu. Oyun aynıydı: "Parçala-birbirine vurdur-kırdır..." Dün oynananlar aynıydı. Oyuncular da aynıydı. Türk milletine ve Türkiye'ye melanetlerini kusanlar, bugün de aynı.
 
Geçmişte bunların sebebi olarak gösterilen MHP ne yapıyordu? Türkeş'in yıllar önce ortaya koyduğu gerçekler, artık devlet politikası haline gelmişti. Türkeş'i zindanlara koyanlar, O'nun görüşlerini, reçetelerini uyguluyorlardı.
 
Türkeş'e karşı en haksız, en ağır ithamlarda bulunanlar, Türkeş'ten bir özür bile dilemediler. Türkeş ise, böyle bir şartı elinin tersiyle itiyordu.
 
Türkeş bunlara ne dedi:
 
Anadolu'da yaşayan Türkler varlık mücadelesini verirken, bütün Türk Dünyası'nın varolma savaşım sürdürürken, ayıplanan, suçlu görülen, ırkçı denilen, Turancı(!) diye horlanan Türkeş, herkesin Türk cumhuriyetleri ile kucaklaşmasını, hatta bunun yeterli olmadığını söyleyerek hükümetlere yüklenilmesini, sitem edilmesini sevinçle karşıladı. Bunun yanısıra hiçbir zaman gurura kapılmadı. Çünkü O Başbuğu idi, Türk milletinin Başbuğu...
 
Türk töresine göre, babanın sağlığında evladın malı olmaz. Evlatlar, babanın sağlığında hiçbir hak iddia edemezler. Ancak ölüm hak, miras helaldir. Ata ise, evlat için can kadar azizdir, kutsaldır. Çünkü insanın babasını seçme hakkı bulunmadığı gibi, yeni bir ata elde etmesi de mümkün değildir. Bu durumda evlada düşen, babasının dizi dibinde oturup, onun ağzından çıkacak her sözü emir belleyip harfiyyen yerine getirmektir. Tabii bu söylediklerimiz, Oğuz töresini içine sindirenler içindir. Türklerde töreler her şeyden üstündür.
 
Töreleri aziz bilenler, Türkeş'in dizinin dibinden ayrılmadılar. Çünkü O'na inanmışlardı. Türkeş'e güvenmişlerdi.
 
Türkeş, devlet adamlığının gereklerini yerine getirerek Türk milletinin dertlerine çareler üretmeye devam ediyordu. Kamuoyundan büyük bir destek sağlamıştı. Yapılan yoklamalarda en önde çıkan Türkeş'ti. Türkeş, işi sıkı tutuyordu. Her fırsatta kervanı basmak isteyen uğrulara karşı daima uyanık, ihtiyatlı, tedbirli ve zinde olmuştur, Türk milletine yaptığı çağrılarda, Hacı Bektaş Veli'nin buyurduğu gibi "Gelin canlar bir olalım" diyordu. Ancak çaşıtlan, uğruları, iblisleri, kırmızı sakalları çok iyi tanıyordu. "Gel kim olursan ol gel. Tövbeni yüz bin kere bozmuş olsan da yine gel" demiyor muydu Mevlana? Türkeş Halil İbrahim sofrasıydı. Gelenler kim olursa olsun, ancak kısmeti kadar alabilirlerdi bu Yesevi Ocağı'ndan.
 
Türkeş'in ocağında hafız kadar duru berrak zihinler, dimağlar, Yusuf yüzlüler vardı. Çetin günlerde her türlü zorluğu gül bahçeli otağlara çevirmişlerdi. Bunu başaran isimsiz kahramanlardı. Gel, kim olursan ol yine gel: "Yel kayadan ne alır?"
 
Türkeş, tutsaklık günlerinin sonunda söylediği hayaline nihayet kavuşmuştu. Bir 21 Mart gününde, Bozkurtlar Ergenekon'dan yine çıkmışlardı. Bu Nevruz gününde, başta yine o vardı. Hem de en başta yürüyordu. Antalya'da bir araya gelen Türk Dünyası'nın aksakalları, liderleri, aydınları, okumuşları, ozanları, yöneticileri... hepsi hepsi oradaydılar. Onlar Başbuğlarını selamlamaya gelmişlerdi: "Selam sana Başbuğum." Nevruz gününde, Ulıstın Ulu Kününde, o aziz günde, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne, Sibirya'dan Hint ülkesine, mağrıbtan maşrıka kadar bütün Türk Dünyası'nın elçileri, Başbuğ'u selamlamaya koşmuşlardı. Yere diz vurup baş eğdiler. "Selam sana Başbuğum..."
 
Başbuğ bir bilge kişiydi. Başbuğ bir erdemli kişi idi. Başbuğ bir koca kişi idi. Başbuğ bir aksakal idi. Başbuğ bir dünya lideri idi. Başbuğ bir kor ateş idi. Başbuğ bir yumuşak ipek idi. Başbuğ bir yürek idi. Başbuğ Bozkurtlarını kucaklayan bir çift kol idi...
 

 
Başbuğ böyle diyor, emrediyor. Bozkurtlar, dün olduğu gibi, bugün de yarın da Türkeş'in arzularını emir kabul edip, açtığı yoldan, onun önderliğinde kutlu yarınlara adım adım ilerleyeceklerdir. Çünkü ülkücüler söz vermişlerdir. ülkücüler sözünün eridir. Türkeş'in diktiği Kızılelma tuğunu kapıp yükseklere, daha yücelere taşımak için yarış içerisindedirler.
 
9-Sonuç
 
Başbuğ, Etlik Kasalar'daki bir mitingde, Bozkurtlar'ın azim ve iradesi, milletin kararlılığı ile komünizmin çöktüğünü anlatıyordu. Kızılelmayı ise Saraybosna'ya, Kafkaslar'a, Tanrı Dağları'na, Ötüken'e diktiğini söylüyordu. Türkeş, Türk milletinin önündeki en önemli zorluğun, "cahillik" olduğunu vurgulayarak, buna karşı savaş açtığını ilan ediyordu: "Bilge kişiye bilgili Bozkurt gerektir." Türkeş, diyordu:
 
' Çöken Marksizim Karşısında TURAN Bayrağı Yükselmektedir '
 


BAŞBUĞ ALPARSLAN TüRKEŞ'İN VEFATI VE CENAZE MERASİMİ
 
Artık bu dünyanın sensiz hiç tadı yok
Dünyada her şey gözünü seninle açardı
Sen her şeyden olgun ve güzeldin(Mesnevi'den)
 
Türk siyasî hayatında "Başbuğ" olarak bilinen, Milliyetçi Hareket Partisi'nin efsanevî lideri Başbuğ Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997 tarihinde geçirdiği bir kalp spazmı sonucu vefat etti. Başbuğ Türkeş'in ölüm haberi, Türkiye ve Türk dünyasında büyük tesirler meydana getirmiş ve özellikle ülkemizi yasa boğmuştur.
Alparslan Türkeş, 4 Nisan tarihinde Ankara Hilton Oteli'nde katıldığı bir nişan merasimi dönüşü özel aracında saat 22.30 sıralarında fenalaştı. Araba ile hastahaneye götürülürken yanında bulunanlara "Arabanın camını açın, daraldım" diyen Türkeş'in bu sıralarda yüzü sarardı ve nefesi sıkıştı. Bunun üzerine evine en yakın yerde bulunan Fatih üniversitesi Çankaya Tıp Merkezi'ne götürülen Türkeş'e burada kalbi güçlendirici iğneler yapıldı. Alparslan Türkeş'e burada ilk müdahaleyi yapan Dr. Hüseyin Aka olayı şöyle anlatmıştır:
"Sayın Türkeş'in rahatsızlanarak hastanemize getirildiği söylenince apar topar geldim. Saat 22.45 civarındaydı. Bize gelir gelmez baktım durumu iyi değil. Hemen müdahaleye aldık. Müdahale 10 dakika kadar sürdü. Bu arada Bayındır Tıp Merkezi'ni arayarak hazırlık yapmalarını haber verdik. Prof. Dr. Arif Özdemir'le birlikte 5 dakika içinde Bayındır Tıp Merkezi'ne götürdük. Bu arada ambulans içinde sun'i teneffüse devam ettik. Gayet güzel müdahaleler yapıldı. Ama bize geldiğinde de kalbi çalışmıyordu ."
Çankaya Tıp Merkezi'nde yapılan bu müdahaleler sonuç vermeyince, Alparslan Türkeş korumaları tarafından acil olarak Bayındır Tıp Merkezi'ne saat 23.15 sıralarında getirildi. Nöbetçi Doktor Sertaç Yıldırım'ın yaptığı açıklamaya göre Alparslan Türkeş'in hastaneye getirildiğinde kalbi tamamen durmuştu. Kendisine masaj ve şok tedavisi uygulandı. Yoğun bakımı sırasında bir ara kalbi yeniden çalışır gibi olduysa da alınan bütün tıbbî tedbirlere rağmen Başbuğ Türkeş'in vefatına engel olunamadı.
Başbuğ Türkeş'in vefat haberi uzun süre doğrulanamadı. Haberin çeşitli televizyon kanallarında duyurulmaya başlamasından itibaren ülkücüler hastane önünde toplanmaya başladı. "Türkeş öldü" haberini kabullenmek istemeyen ülkücüler, hastane önünde dua edip ağladı ve tekbir getirdi. Nihayet Bayındır Tıp Merkezi'nin yetkilileri Alparslan Türkeş ile ilgili acı haberi saat 03.15 civarında resmen açıkladı.
...Ve son Başbuğ artık yoktu. Seksen yıllık ömrü sona ermiş, ardında gözü yaşlı milyonlar bırakarak göçüp gitmişti.
O gece ülkücüler uyumadı. Başbuğlarının ölüm haberini duyan talebeleri ve dava arkadaşları sabaha kadar gözlerini kırpmadan beklediler.
Alparslan Türkeş'in Tıbbî Ölüm Raporu
Türkeş'in tıbbî ölüm raporu, Ankara Bayındır Tıp Merkezi'nde hazırlandı. Türkeş'in ölüm raporu şu şekildedir;
" Sayın Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997 Cuma gecesi saat 23.15'te kalp ve solunum durmasıyla hastanemiz acil servisine getirilmiştir. Derhâl yoğun bakıma alınarak resusitasyona devam edilmiştir. 3.5 saat süreyle yapılan resusitasyona yanıt alınamamıştır. Yapılan nörolojik, kardiyolojik anestezi ve reanimasyon, göğüs hastalıkları muayeneleri, ERA ve EKG tetkikleri ile hastanın ex olduğuna karar verilmiştir.(Karar saati:02.30)
Doç. Dr. Yaman Zorlutuna (Bayındır Tıp Merkezi Başhekimi), Prof. Dr. Ferhan Özmen (Hacettepe üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Öğretim üyesi), Doç. Dr. Nuri Özgirgin (Bayındır Tıp Merkezi KBB Uzmanı), Prof. Dr. Arif Özdemir (Hacettepe üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Öğretim üyesi), Doç. Dr. Nadir Banudak (GATA Kornea Yoğun Bakım Şefi), Prof. Dr. İrfan Sabah(Acil Yardım Hastanesi Kardiyoloji Bölümü), Dr. Murat Sümer(Bayındır Tıp Merkezi Nöroloji Uzmanı), Dr. Serap Bilen Hızek (Bayındır Tıp Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı), Dr. Funda Yağcı (Bayındır Tıp Merkezi Anastezi Uzmanı), Dr. Hüseyin Aka (Fatih üniversitesi Çankaya Tıp Merkezi)."
 
Cenaze Merasimi
MHP Genel Merkezi'nce yapılan açıklamada cenaze merasiminin 8 Nisan 1997 tarihinde yapılacağı duyurmuş ve törenle ilgili programı şu şekilde tespit edilmiştir;
"Alparslan Türkeş'in cenazesi bugün (8.4.1997) saat 8.30 'da Bayındır Tıp Merkezi'nden alınarak Eskişehir Yolu üzerinden TBMM'ye getirilecek. TBMM'de düzenlenecek törenden sonra Türkeş'in cenazesi MHP Genel Merkezi'nin bulunduğu Karanfil Sokağına götürülecek. Kocatepe Camii'nde kılınacak cenaze namazından sonra Türkeş'in naaşı Meşrutiyet Caddesi, Kızılay, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Tandoğan ve Beşevler üzerinden toprağa verileceği yer olan Atatürk Orman Çiftliğindeki Anıt Mezar alanına götürülecek"
 
Son Yolculuk
Alparslan Türkeş için 8 Nisan 1997 Salı günü düzenlenen cenaze törenine on binlerce kişi katıldı. Onu son yolculuğunda yalnız bırakmak istemeyen MHP'liler, gerek yurt içinden gerekse yurt dışından Ankara'ya akın ettiler. Ankara, Alparslan Türkeş'e son görevini yapmak ve ebedî yolculuğuna uğurlamak üzere, o tarihî gün için hazırlık yaptı.
Türkeş'in cenazesine katılmak için gelenlerin çokluğu ve nisan ayı olmasına rağmen, anî olarak bastıran kar yağışı nedeniyle 8 Nisan günü sabaha karşı Eskişehir, Samsun, Konya ve İstanbul yolları tıkandı. Tören için başkente yaklaşık 4 bin civarında araç geldi.
Türkeş için üç ayrı cenaze töreni düzenlendi. Cenaze töreni için ilk toplanma Türkeş'in naaşının bulunduğu Bayındır Tıp Merkezi önünde oldu. MHP yetkilileri, binlerce partili, Türkeş'in naaşını almak için bildirilen saatten çok önce Bayındır Tıp Merkezi'nde toplanmaya başladı.
Ankara dışından gelen araçlar, 8 Nisan sabahı saat 03.00'ten itibaren Bayındır Tıp Merkezi önünde ve çevresinde toplandılar. Bayındır Tıp Merkezi'nin Eskişehir yolu üzerinde bulunmasından dolayı, kente bu istikametten gelen yollar saat 05.15'te tamamen trafiğe kapandı.
Türkeş'in Türk bayrağına sarılı naaşı, saat 8.30'da Bayındır Tıp Merkezi morgundan alındı. Kırmızı-beyaz karanfillerle Türk bayrağı motifi şeklinde süslenmiş bir cenaze arabasına kondu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde düzenlenecek törene götürülmek üzere yola çıkarıldı
Saat 08.45'te yola çıkan Türkeş'in cenaze arabası, yoğun izdiham nedeniyle, 100 metre ilerideki Eskişehir yoluna ancak 25 dakika sonra saat 09.10'da çıkabildi. Cenaze kortejinin önünde bir partili tarafından taşınan "Türkeş''in posteri yer almaktaydı.
Bu arada taşınan pankartlarda,
 
"Ruhun Şad Olsun Türkün Gerçek Başbuğu"
"Türkeş Gibi Lider Yüzyılda Zor Çıkar"
"Başbuğlar Ölmez Yüreklerde Yaşar"
"Mekânın Cennet Olsun Bilge Başbuğ"
"Yüce Başbuğ ülkün İle Yaşayacaksın"
"Türk Eşsiz, Türk Emsalsiz,Türk Ne Yapar Türkeşsiz"
"Türk İslâm Âleminin Başı Sağ Olsun"
"Tanrı Dağı Kadar Türk, Hira Dağı Kadar Müslümanız"
Yoğun izdiham nedeniyle doğabilecek sağlık sorunlarının giderilebilmesi amacıyla cenaze kortejinin önünde Sağlık Bakanlığı ve Kızılay'a ait 3 ambülans hazır bulundu. ülkü Ocaklarına ait bir araç da kortejin en önünde polis araçlarıyla birlikte yürüyüş yolunun önünün açılmasına çalıştı.
Cenaze korteji İnönü Bulvarı boyunca yolun her iki tarafındaki ülkü Ocaklı gençlerin oluşturduğu güvenlik çemberi arasında ilerlerken, Bursa İl Başkanlığı'na ait bir araçtan da sürekli olarak, "Provakasyonlara karşı dikkatli olunması" yönünde uyarı anonsları yapıldı.
Tekbir sesleri ve gözyaşları arasında ilerleyen cenaze korteji, Bayındır Tıp Merkezi ile Meclis arasındaki yaklaşık 4 kilometre mesafeyi, 20 dakikalık gecikmeyle 2 saatte alabildi
Alparslan Türkeş için ilk tören Türkiye Büyük Millet Meclisinde düzenlendi. Buradaki törene, Türkeş'in eşi Seval Türkeş, büyük oğlu Tuğrul Türkeş ile diğer çocukları katıldı.
Meclisteki törene dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, DSP Lideri Bülent Ecevit ve diğer partilerin üst düzey yetkilileri de katıldı. Törende Türkeş'in öz geçmişi okunduktan sonra bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
Türkeş'in cenazesini taşıyan araç, Meclisteki tören sonrasında saat 11.15'te Çankaya kapısından çıkış yaparak, kortejin önüne alındı ve MHP Genel Merkezi'ne yöneldi. Meclisten parti merkezine doğru yürüyüş sırasında kortejdekiler tarafından tekbir getirildi, "Başbuğ ölmedi, kalbimizde yaşıyor" sloganları atıldı.
Cenazenin MHP Genel Merkezi'ne getirilmesinden önce görevliler tarafından vatandaşlara, Türkeş kokartları ve üzerinde "Başbuğ Ölmez" yazılı Türkeş posterleri dağıtıldı .
Kortej saat 11.45 sıralarında MHP Genel Merkezi'nin önüne ulaştı. Cenaze burada yolun her iki tarafında toplanan partililerce tekbir sesleriyle karşılandı.
 
Binanın pencerelerinden ve yolda bekleyenler tarafından cenazenin üzerine karanfiller atıldı.
Cenazenin gelişi sırasında "Başbuğ ölmedi, kalbimizde yaşıyor" sloganları atılarak, tekbir ve salâvat getirildi. Parti genel merkezi pencerelerinden de cenazeyi taşıyan araç üzerine kırmızı karanfiller atıldı, spreylerle gül suları sıkıldı.
Devlet Bahçeli'nin de bulunduğu Genel Merkez önündeki törende bir konuşma yapan MHP Genel Sekreteri Koray Aydın, herkesin anasını, babasını, yakınını kaybetmenin acısını yaşadığını belirterek, bugün acıların en büyüğünü tattıklarını, "Başbuğlarını kaybettiklerini" söyledi.
Türkeş'in kendilerine verdiği ülkücü kimliğinin hakkını ödemeye çalışacaklarını bildiren Koray Aydın, "Başbuğum, bugün genel merkez önünde ebedî istirahatgâhınıza uğurlamak için toplandık. Seni başbakan olarak uğurlayamadık. Bizi affet. Sana söz veriyoruz. Hepimiz birlik ve dayanışma içinde olacağız. Türk milleti ve Türk dünyasının başı sağ olsun" şeklinde konuştu.
Cenaze töreni sırasında kalabalıkta ve parti genel merkezinde çok sayıda kişinin gözyaşlarını tutamayarak ağladıkları görüldü. Alparslan Türkeş'in ruhu için Kur'anıkerim okunarak dua edildi. Türkeş'in cenazesi, saat 12.00'de Kocatepe Camii'ne götürülmek üzere Genel Merkez önünden hareket etti
Cenaze namazının kılınacağı Kocatepe Camii, saat 11.00'den itibaren törene katılmak için gelenlerle dolmaya başladı. Cami avlusunda bekleyenler, Türk ve MHP bayrağı taşıdılar. Camide sürekli olarak Kur'an okundu ve dışarıya da hoparlörle yayın yapıldı.
Cenaze töreni dolayısıyla cami çevresinde yoğun güvenlik önlemleri alındı. Tören için camiye gelenler, üstleri aranarak içeri alındı ve ambülanslar hazır bekletildi.
Cami avlusunda birikenlerin musalla taşı çevresine yaklaşmasına izin verilmedi. Önlem alan polis, protokol için katafalk çevresinde boş bir alan kalmasını sağladı. Partili görevliler de polisin bu yöndeki çabalarına destek verdiler .
MHP Genel Merkezi'ndeki törenin ardından saat 12.00'de Kocatepe Camii'ne yönelen kortej, yaklaşık 10 dakikalık yürüyüşün ardından camiye ulaştı. Cenaze burada yaşanan izdiham nedeniyle bir süre protokol kapısı önünde bekletildi. Daha sonra cenaze arabasından alınan Türkeş'in naaşı, eller üzerinde Kocatepe Camii'ne taşındı ve musalla taşına konuldu.
Caminin ana kapısı protokol girişleri için saat 11.30'dan itibaren kapatıldı. Dinî tören için çok sayıda bakan, milletvekili, bürokrat ve vatandaşın camiye geldiği görüldü. Cami avlusuna sığmayan vatandaşlar, çevre alan ve sokakları da doldurdular.
MHP Genel Başkanı Türkeş'in cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz kıldırdı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan ve diğer devlet ricalinin camiye gelişleri sırasında çevredeki kalabalık nedeniyle sıkışıklıklar yaşandı.
Cumhurbaşkanı, başbakan ve diğer protokol mensupları ana kapıdan itibaren oluşturulan polis kordonu arasında tören alanına alındılar. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, saat 12.55'te Başbakan Necmettin Erbakan saat 12.50'de, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller saat 12.58 'de Kocatepe Camii'ne geldiler.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkeş'in eşi Seval Türkeş, oğlu Tuğrul Türkeş ve diğer çocuklarına baş sağlığı diledi. Başbakan Necmettin Erbakan da Tuğrul Türkeş'e taziyelerini ilettikten sonra camiye girerek, öğle namazını kıldı. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise, camiye geldikten sonra doğruca Türkeş ailesinin bulunduğu yere gitti. Çiller, Seval Türkeş'e taziyelerini bildirdi.
Alparslan Türkeş'in naaşının öğle namazından sonra yoğun kar yağışı nedeniyle bir süre için konulduğu katafalktan alınarak, musalla taşına yerleştirilmesi sırasında çok büyük bir izdiham yaşandı.
Cenaze namazını kıldıracak olan Mehmet Nuri Yılmaz, beraberindeki Fethullah Gülen ile musalla taşının yer aldığı bölüme geçebilmek için büyük çaba sarf etti. Diyanet İşleri Başkanı'nın ardından Cumhurbaşkanı Demirel ile diğer protokol da büyük güçlükle musalla taşının bulunduğu bölgeye ulaşabildiler.
İzdiham nedeniyle cenaze namazı için güçlükle saf tutulabildi. Cenaze namazı, düzenin sağlanmasının ardından, musalla taşının önünde yüksekçe bir yere çıkan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz tarafından kıldırıldı.
Tuğrul Türkeş, cenaze namazından sonra babasının naaşı önünde yaptığı konuşmada, Alparslan Türkeş'in Türk neslinin yetiştirdiği büyük devlet adamlarından, bilge liderlerden biri olduğunu ifade etti.
Türkeş'in cenazesi daha sonra polisler tarafından eller üzerinde taşınarak, tekbir sesleri arasında saat 14.00'te cenaze arabasına konuldu. Cenaze, karanfil yağmuru arasında toprağa verilmek üzere, Atatürk Orman Çiftliği- Emek kavşağına doğru yola çıkarıldı. Cenaze namazı sırasında avluya giremeyen kalabalık bir grubun anıt mezara doğru yürüyüşe geçtiği görüldü .
Ebedî İstirahatgâha Doğru
Türkeş'in naaşı polis kordonu eşliğinde Meşrutiyet Caddesi-Atatürk Bulvarı-Kızılay-Gazi Mustafa Kemal Bulvarı güzergâhını takip ederek, Atatürk Orman Çiftliği -Emek kavşağındaki mezar yerine getirildi.
Yoğun kar yağışı altında yürüyen kortejdekiler, yaklaşık 7 kilometrelik mesafe boyunca tekbir getirerek,"Başbuğ Türkeş" şeklinde slogan attılar. Bu sırada bir araçtan sürekli olarak Kur'anıkerim okundu.
Bulvar boyunca bazı binalara Türk bayrağının asıldığı görüldü. Bulvar üzerinde bulunan MHP Çankaya İlçe Başkanlığı binasından Türkeş'in cenazesini taşıyan aracın üzerine karanfiller atıldı. Kortejin yürüyüşü devam ederken, anıt mezar yerinde de son hazırlıklar yapılmaktaydı.
Kortejin arkasından tören boyunca hiç ayrılmayan Devlet Bahçeli ve ülkücüler, kortej ile birlikte saat 15.45'te anıt mezar alanına geldi.
Aynı zamanda Başbakan Yardımcısı Çiller, İçişleri Bakanı Meral Akşener, eski politikacılardan, Osman Bölükbaşı da Türkeş'in kabrine geldiler.
Cenaze bulunduğu araçtan partililerce alınarak, mezar yerine taşındı. Cenazenin anıt mezar alanının girişinden kabre getirilmesi 20 dakika sürdü.
Türkeş'in naaşını defin için tabuttan küçük oğlu ve damadı çıkardılar. Tuğrul Türkeş, naaş mezara indirilirken kabre girerek, babasının cenazesini kendisi yerleştirdi. Türkeş'in eşi ve diğer çocukları da defin sırasında mezarın başında bulundular.
Türkeş'in naaşı saat 16.03'te defnedildi. Granit mermerden hazırlanan mezar taşında Türkeş'in doğum tarihi 1917 olarak yazılırken, ölüm tarihi boş bırakıldı. Türkiye'nin tüm illerinden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden, Kırım'dan ve Türkistan'daki Hoca Ahmet Yesevi'nin türbesinden getirilen topraklar Türkeş'in mezarına konuldu .
Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek'in bir süre önce Türkistan'a gittiğinde, Ahmet Yesevi'nin türbesinde "lâzım olur" diye bir çuval toprak getirdiği ve bu toprağın da Türkeş'e nasip olduğu dile getirildi. Buradaki törene Türkeş'in ailesi, Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Meral Akşener, Devlet Bakanları Namık Kemal Zeybek ve Bekir Aksoy, siyasî parti temsilcileri, milletvekilleri, Osman Bölükbaşı ile çok sayıda vatandaş katıldı.
Görülmemiş bir kalabalığın katıldığı Alparslan Türkeş'in cenaze töreninde güvenliğin sağlanması için 7 bir polis görevlendirildi. Bunun yanı sıra MHP Genel Merkezi ve ülkü Ocakları Derneği, cenazede düzenin sağlanması için 10 bin ülkücü genci görevlendirdi . Kortejin geçeceği yerlerde 3 ayrı bomba ekibi seyyar olarak görev yaparken, 2 helikopter de havadan kontrolü sağladı.
Türkeş'in cenazesi Bayındır Tıp Merkezi'nden taşınırken, 4 kilometrelik bir kortej oluştu. Meclis önünde bekleyen büyük bir grup da buradaki törenden sonra korteje katıldı. MHP Genel Merkezi önünde bekleyen grupların da eklenmesiyle, cenazenin Kocatepe Camii'ne götürülüşü sırasında kortej birkaç kilometre daha uzadı. Kortejin geçişi sırasında Türkeş'in naaşı etrafında 5 ayrı polis kordonu oluşturuldu. Türkeş'in cenaze törenini 8 televizyon kanalı canlı yayın yaparak izleyicilerine yansıttı.
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde 10 Nisan Perşembe günü gıyabî cenaze namazı kılındı.
Gıyabî cenaze namazı Türkeş'in doğduğu evin yakınında bulunan Selimiye Camii'ndeki öğle namazının ardından kılındı.
Ayrıca Londra'da Türk-İslâm Ocağı tarafından da gıyabî cenaze namazı kılındığı öğrenildi.
Türkeş için Kosova'nın başkenti Priştine'de de bir tören düzenlendi. Kosova Türk Demokratik Birliği (KTDB) tarafından düzenlenen törene çok sayıda kişi katıldı. Törende bir konuşma yapan KTDB Genel Başkanı Erhan Köroğlu, Türkeş'in "Türk birliği" ülküsünün Kosova Türkleri tarafından ebediyete kadar sürdürüleceğini belirtti. Kosova Türk Demokratik Partisi Genel Başkanı Orhan Sait de, " Türk dünyasının en büyük çınarını kaybettiğini" ifade etti. Törenin ardından Priştine Merkez Camii'nde Türkeş için mevlit okutuldu.
Azerbaycan basını MHP lideri Türkeş'in ölümüyle ilgili haberler, makale ve mesajlara birinci sayfalarda geniş yer ayırdı. Musavat Partisi'nin yayın organı Yeni Musavat gazetesi; "Türkçülüğün yücelen bayrağının inmesine izin vermeyin" başlığıyla bir yazı yayımladı. Yazıda, "Türkeş, dünyasını değiştirdi, ancak O'nun adı Türk milletinin tarihine yazıldı" denildi. Halk Cephesi Partisi'ne yakınlığı ile bilinen Azatlık gazetesi'nde de Azerbaycan'ın Millî Şairi Bahtiyar Vahabzade imzasıyla, "Büyük Türkçü" başlıklı bir yazı yer aldı. Bahtiyar Vahabzade yazısında; " 6 Türk Cumhuriyetinin bağımsızlığını, Türkeş'in şaheseri " olarak niteledi. İktidara yakınlığı ile bilinen Panorama gazetesi ise " Türkeş Allah'ın huzuruna şerefli gitti" başlığı altında Türkeş'in hayatı ve siyasî çalışmalarına yer verdi.
İngiliz The Guardian gazetesinin Türkeş ile ilgili haberinde de, "Türkiye'nin dalgalı politik yaşamında kitlesini sakinleştirebilen bir sesti " görüşüne yer verildi.
Alparslan Türkeş'in Son Beyanatı
Alparslan Türkeş son konuşmasını Almanya'dan döndükten sonra katıldığı partisinin Amasya İl Kongresinde 4 Nisan 1997 tarihinde yaptı. Türkeş konuşmasında; Hollânda ve Almanya'daki ırkçı saldırıları kınadı ve son günlerde yaşanan gerilimlere değindi. Çözüm olarak erken seçimin şart olduğunu ifade den Türkeş şu şekilde konuştu; " Biz lâikliği savunduğumuz için erken seçim diyoruz. Demokratik, hür parlâmenter sistemi savunduğumuz için erken seçim diyoruz. Ayrıca bu ülkede millet, memleket, cumhuriyet, millî hâkimiyet, hukukun üstünlüğü ve seçim sözlerinin kimseyi rencide etmeyeceğini, aksine demokrasinin teminatı olacağına inanıyoruz. Eğer bu olmazsa devletin rejimi ayakta tutması fevkalâde güç olacaktır. Ben yüksek huzurlarınızda tarihten gelen sorumluluğum ile hükûmeti ve parlâmentoyu bir defa daha uyarıyorum. Erken seçim demokrasimizin teminatıdır" .
Alparslan Türkeş'in Vasiyeti
"Türk Devletinin yükselişini ve ihtişamını sağlamak. Bunun için de bütün milletle barış içinde yaşamak, herkesi ayrımsız sevmek, İslâmiyet'in ipine ihlâsla bağlanmak" .
ülkücü Gençliğin Başbuğuna Cevabı
"Ey Ulu Kişi,
Sana söz veriyoruz. Açtığın yoldan bıraktığın ülkü'de, bize gösterdiğin doğrultuda izinden bir an bile şaşmayacak, ahlâklı, faziletli, kalbi hak ve vatan aşkıyla çarpan ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan insanlar olacağız.
Böylece emanet ettiğin ülküyü gergefte nakış işler gibi tüm neslimize işleyeceğiz.
Dün ATA'ya söz verdiğimiz gibi şimdi sana söz veriyoruz."
 
 
  22.02.2008 Tarihinden İtibaren Toplam 18958 ziyaretçi (35069 klik)

 
 
Web Stats

- Site Ekle - evden eve nakliyat - evden eve nakliye - toplist
Google
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol