BOZKURT
Türk kültüründe Bozkurt'un manasını açıklayabilmek için kültürün tanımlanması
gerekir. Özellikle kültürde sembolün öneminden bahsettikten sonra Bozkurt'un
anlamını daha kolay kavrayabiliriz. Bir milletin kültürü ile mitolojisi
birbirinden farklı kavramlar değildir, her ikisi de aynı hayat felsefesinden
beslenmektedir. Kültür; bir milletin, dilini, sanatını, hukuk ve ahlak
anlayışını, duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Çünkü bir milletin
folklorunu ve edebiyatını belirleyen, mensuplarının idrak alemini oluşturan
değerlerin özünde o milletin kültürü vardır. Kültürün özelliği, milleti meydana
getiren fertlere kazandırmış olduğu idraktır. Bir kültürün sınırı, onun zihniyet
ve imanı ile çevrelenmiştir. Kültürleri birbirinden ayıran, zihniyet ve iman
farklarıdır. Aynı farklara sahip olan cemiyetlerin birbiri ile çarpışmasına
sebep olur. Kültür çevreleri benzer olan veya benzer kaynaklardan beslenen
kültürler olur ama bunlar birbirine tamamen benzemez. Her kültür, diğerlerinden
farklı görünmek durumundadır, farklılık şuuru olarak isimlendireceğimiz bu
durum, toplumun bütün hayat şekillerini başka kültürlerden ayrı olmaya, değişik
bir üslûp kurmaya yönlendirmektedir. Milli kimlik yahut kişilik dediğimiz bu
farklı oluş, düşünce biçiminden, kılık kıyafet; tavır ve davranış biçiminden,
eğitime ve eğlenceye kadar hayatın her saha ve safhasında görülür. Mesela, aynı
dine mensup olan milletlerin dinî anlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Çünkü
idrak alemini şekillendiren değer yargıları farklıdır. Bu farkı onaya çıkaran
ise o milletin kültürüdür. Bu farklılıklar o milletin mimarî abidelerine, edebî
eserlerine, musikî eserlerine, felsefî sistemlerine, v.s... yansır ve kültürün
devamlılığını sağlar. Böylece gelecek nesillere yol gösterici olur, kaynaklık
yapar. Her toplumun kültür değişimlerinin bir geçmişi vardır. Kaynağını ise o
toplumun tarihi derinliklerinden alır. Bir kültür varsa, onun ait olduğu millet
vardır. Millet özelliğine layık bir topluluk varsa, muhakkak bir kültürü vardır.
Kültürler ve dil, din, tarih, edebiyat, sanat, örf ve adetler gibi unsurlar, ait
oldukları cemiyetler kadar eski ve onlarla yaşıt sayılmalıdırlar. Bu kültür
unsurları nesilden nesile intikal ederler. Bunun neticesi olarak da yeni
nesiller bunları hazır bulurlar. Kültürü kalıcı kılan ve gelecek nesillere
aktaran, kültürün değer yargılarıdır. Bu değer yargıları da kendini sembollerle
yaşatır. İşte bu semboller kültürün en güçlü ve kalıcı kısmını oluşturur.
Kültürün genel manâda anlamını açıkladıktan sonra üzerinde durmamız gereken
önemli bir kavram da "Türk Kültürü" kavramıdır. Bizim atalarımız Orta Asya'da,
Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Burası Çin ile
sınırdaş olan bir ülkeydi. Bu yüzden Türklerin eski tarihlerine ait bilgilerin
pek çoğunu (malesef) Çin tarih kaynaklarından öğreniyoruz.. Çin tarihçileri M.Ö.
2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsediyorlar. Böylece
Türklerin bilinen tarihi 4000 yıllık bir tarihtir. Atalarımızın kültürü "Bozkır"
kültürü olarak ifade edilmektedir. Bozkır kültürünü Türklerin siyasi ve sosyal
yapısı oluşturmaktadır. Bu kültür, göç ve fetihler esnasında orada terk edilip
gelinmiş değildir. Esasında, sosyolojik kaideler de göstermektedir ki kültür bir
elbise gibi eskiyip atılmaz veya değiştirilemez.
Bozkurt, asırlardır yaşayan bir ülkünün, Büyük Türkçülük ülküsü'nün sembolüdür.
Türk destanlarındaki, dolayısıyla Türk Milleti'nin inanışlarındaki rolü üç
şekildedir:
Ata olarak Bozkurt
Rehber olarak Bozkurt
Kurtarıcı olarak Bozkurt
Bozkurt'tan türemiş olmak inancı Türklere uzun zaman boyunca büyük bir gurur,
emniyet ve geleceğe güvenle bakma duygusu vermiştir. Bazı Türk destanlarında
ana, bazı Türk destanlarında baba olarak görülen Bozkurt çok defa Türk neslinin
yok olacağı zaman ortaya çıkmakta ve Türklerin neslinin devam etmesini
sağlamaktadır. Böylece Türklerin soyunu kutsallaştırmaktadır. Türklerin millet
hayatında büyük tesiri olacak hareketlere girişecekleri zamanlarda Bozkurt
onlara yol göstermekte, rehberlik yapmaktadır. Ergenekon Destanı'nda ve Kut Dağı
efsanesinde Bozkurt milli bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk'ün zor duruma
düştüğü zaman Bozkurt'un ortaya çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine eğilen
bir ananın veya babanın şefkat duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da
taşımaktadır. Sanki Bozkurt manevi bir alemden Türk Milleti'nin akıp giden
hayatını devamlı takip etmekte ve onların başının sıkıştığı, çaresiz kaldıkları
zaman ortaya çıkarak yol göstermektedir. Türk tarihinde pek çok kahraman,
Bozkurt simgesi ile temsil edilmiştir. Aşına sözcüğünün hem Bozkurt anlamına
gelmesi, hem de Hun ve Göktürk hükümdar sülalesinin adı olması rastlantı
değildir.
Bozkurt'un Türk destanlarındaki fonksiyonu tamamen semboliktir. Milletin büyüme,
yayılma ve güçlenmesi için takip edilmesi gereken yolların işaretini destan
maddî unsurlarla ifade etmektedir. Bozkurt'ta sembolize edilen fikir Türk
birliğini sağlayan, Türklerin büyüyüp gelişmesini temin eden bir fikirdir.
Türkler bu fikire inanıp riayet ettikçe hakimiyetlerini ve üstünlüklerini
korumakta, bu fikirden ayrıldıkları zaman felakete uğramaktadırlar. Onları
felaketlerden kurtaran da yine Bozkurt olmaktadır. İşte burada Bozkurt, bir
ülkünün, yani sosyal bir hayat nizamının yansımasından başka bir şey değildir.
Kısacası, Bozkurt asırlardır varolan bir ülkünün sembolüdür.
Eski Türkçe'de Bozkurt'a, "Kök Böri" (veya "Börü") adı verilirdi. Buradaki
"Böri" (ya da "Börü") sözcüğü "Kurt" anlamına gelirken, "Kök" de bugünkü "Gök"
sözcüğünün eski söyleniş biçimidir. Fakat Kök (Gök) kelimesi mavi rengi tasvir
etmek veya gökyüzünden bahsetmek için değil, "Ulu" anlamında kullanılır. Mesela
"Kök Tengri", "Ulu Tanrı" anlamına gelir.
Türk destanları arasında, milli motifler
bakımından özellikle dikkat çekenler şunlardır:
Oğuz Destanı.
Bozkurt Destanı.
Ergenekon Destanı.
Göç Destanı.
Bu dört destandaki ortak ve temel motif, Bozkurt'tur.
Oğuz Destanı'nda, seferleri sırasında Oğuz Kağan'a Bozkurt yol gösterip
kılavuzluk yapmış, Oğuz Kağan'ın orduları bu sayede zaferler kazanmıştır.
Bozkurt Destanı'nda, ayakları ve kolları kesilip ölüme terk edilen bir oğlan
çocuğunu dişi bir kurt iyileştirip beslemiş; düşman askerlerinin genci öldürmek
istemesi üzerine de Altay Dağları'na kaçırıp kurtarmıştır. Daha sonra dişi kurt,
bu çocuktan gebe kalarak 10 oğlan doğurmuştur. Bu oğlanların büyüyüp çoğalması
ile, Türk soyu eriyip gitmekten kurtulmuştur. Hükümdar olan Aşına, Bozkurt'un
anısını unutmadığını göstermek için, çadırının önüne kurt başlı bir bayrak
dikmiştir.
Ergenekon Destanı'nda ise, Bozkurt, demir dağı eritip çıkan Türkler'e yol
göstermiştir. Ergenekon'dan çıktıktan sonra, Türklerin ilk hükümdarı Börte-Çine
(Boz-Kurt) adını almıştır.
Göç Destanı'nda, ana yurtlarından ayrılmak zorunda kalan Türkler'e, bir Bozkurt
yol göstermiştir.
Bu destanlarda, Bozkurt'un şu nitelikleri ortaya çıkmaktadır:
Soyun devamını sağlamak.
Türkler'e kılavuzluk etmek.
Türkler'i felaketlerden kurtarmak.
Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir konumdadır. Gök Türk kağan sülalesi olan
Aşına ailesinin atası bir dişi kurt idi. Gök Türk kağanları, atalarının anısına
saygı olarak, otağlarının önüne altından kurt başlı bir tuğ dikerlerdi. Böylece
kurt başlı sancak, Türkler'de kağanlık (hakanlık) alameti olmuştur. Ancak bu
gelenek yalnızca Gök Türkler'e özgü olmayıp, kökeni Asya Hun Türkleri'ne ve
Türkler'in eski atalarına değin gider. M.Ö.'ki Asya Hunları'nda ve hatta o
çağlarda Batı Türkistan'da yaşayan U-sun (Wu-sun) Türkleri'nde, tıpkı bildiğimiz
Bozkurt Destanı'nda olduğu gibi, kurttan türeme efsanesi ve dişi kurdun verdiği
süt ile beslenme inancı yaşıyordu. Aynı efsane Tabgaç Türkleri'nde de vardı;
Tabgaç ülkesinde "kurt dağları", "kurt ırmakları" bulunmaktaydı. Uygur
Türkleri'nin kökenlerine ilişkin bir efsane de onları kurda bağlıyordu (Uygur
Kaganlığı, Gök Türk Kaganlığı'nı takiben kurulan bir Türk devleti olup, Kök-Türk
Kaganlığı'nın devamıdır).
Kurt, eski Türk kültüründe "at" ile birlikte en önemli yeri tutan hayvandır.
Türkler kendilerinin kurt soyundan indiklerine, seferlerde kendilerine kurdun
yol gösterdiğine inanmışlardır. Türkler, güçlü ve saldırgan bir hayvan olan
kurdu kendilerine simge olarak seçtikleri gibi, komşuları da onları kurttan
türemiş saldırgan karakterli insanlar olarak tanımışlardır.
Gök Türkler'e göre dişi kurt "ulu ana", Uygur Türkleri'ne göre de erkek kurt
"ulu ata"dır. Oğuz Kağan Destanı'nda, Oğuz'a her sefere çıkışında gök bir kurt
öncülük eder. Çingizname'de Alanguva, gökten inen bir kurttan gebe kalır ve
doğan çocuğun soyundan da Cengiz Han gelir.
Dede Korkut Öyküleri'nde kurt yüzünün mübarek olduğu belirtilir. Yine Dede
Korkut Öyküleri'nden birinde Salur Kazan, kurtla haberleşir, kendisine yurdundan
haber vermesini ister.
Etnoloji bilimine göre, kurt motifi Türkler için ''tipik''tir; yani, başka
kavimlerde görülmeyen etnografik bir belirtidir. Eski Çin kaynaklarında bile
Türk soyundan olan kavimler "Kurt'tan Türeyenler" olarak tanımlanırken, Türk
soyundan olmayan kavimler "Kurt'tan Türeyenlerden Değildirler" biçiminde
ayırdedilmiştir.
Türk destanlarında kurt yol gösteren, sıkıntılı anlarda yardıma yetişen bir
varlıktır. Uygur Türkleri'nin Kutlu Dağ Destanı'nda kurt, ülkeye bolluk ve
mutluluk getirdiğine inanılan kutlu bir kayanın Çinliler'e verilmesinden sonra,
üzerine uğursuzluk çöken ülkenin açlığa mahkum olması üzerine kendilerine yeni
bir yurt arayan Türkler'e kılavuzluk etmişti.
Batıda (11. yüzyılın sonu) Kuman Türkleri'nde yardımına başvurulduğuna ilişkin
kayıtlar bulunan kurdun kılavuzluk işlevi, 2. yüzyılın ortalarına değin
gitmektedir. 160-170 yılları arasında topraklarından ayrılmak zorunda kalan
Tabgaç Türkleri'nin ataları (yani Hun Türkleri) bir Bozkurt'un önderliğinde
yolsuz dağlardan aşabilmişlerdi.
En büyük ve en eski Türk destanı olan Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz Kağan, gün
ışığının içinden çıkan bir Bozkurt'un öncülüğünde dünyayı fethetmiştir. Şimdiki
Bulgaristan topraklarında bulunan Madara'daki kaya kabartmasında görkemli bir
atlı biçiminde gösterilen Kurum Han'ın yanındaki kurt tasviri de, Türk bozkurt
geleneğinin taşa işlenmiş örneklerinden biridir. Kurt motifi, çobancılık ve
besicilikle (Eski Türkler'in ekonomisi hayvan besiciliğine dayanır) olan sıkı
ilgisinden ötürü bozkırlı ve doğrudan doğruya Türk'tür. Bundan dolayı, bugün
dahi dünya Türkleri arasında söylenen masal ve halk öykülerinde hem ata, hem de
kurtarıcı-kılavuz nitelikleri ile Bozkurt, bütün Türkler tarafından kutlu
sayılmış ve Türklüğün milli simgesi olmuştur. Bozkurt, destanlarda Türk'ün yaşam
ve savaş gücünü temsil eder.
Türkler kahramanlarını gök kurtlara benzetmiş, kağanlarının gövde yapılarına
bile kurt çizgisini işlemişlerdir. Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz'un beli kurt
beline benzetilir. Aynı destanda Oğuz Kağan, hükümdarlığını halka bildirdiğinde
"Kök Böri bolsungıl uran" ("Gök Börü olsun savaş narası") demiştir. Yine Oğuz
Destanı'nda, Türk ordularına gök tüylü, gök yeleli bir erkek kurt yol gösterir.
Kırgız Türkleri'nin büyük destanı Manas Destanı'nda kurt, bir düş yorumu olarak
karşımıza çıkar. Destana göre Manas Han'ın karısı Kanıkey Hatun düşünde bir eğe
görür ve eğeyi alıp saklar. Ertesi gün uyanınca ülkenin deneyimli yaşlı
kişilerine düşünü anlatır. Yaşlı kişiler bu düşü duyunca sevinip Kanıkey Hatun'a
şöyle derler: "Senin çocuğun, gök yeleli korkunç bir kurt gibi olacak..." Kırgız
Türkleri, cins ve güzel atlara da ''Kök Böri'' (Gök Kurt, Boz Kurt) adını
verirlerdi...
NİÇİN KURT - NASIL KURT
Bozkurt, bozkırların mağrur ve başeğmeyen hayvanıdır. Ona asla boyun eğdiremezsiniz. Hiçbir zaman evcilleşmez. İnsanla dost olabilir; ama yalnızca o kadar. Asla köpek ya da bir başka hayvan gibi insana boyun eğmez, köle olmaz. Çünkü Bozkurt, özgürlüğe tutkundur. Bir köpek gibi sahibine bağlanıp bedava yemek için yaltaklanmaktansa, özgür bir biçimde açlıktan ölmeği yeğler. Yenilebilir, ama ezilmez. Öldürülebilir, ama diz çökmez. Avlanabilir, ama tutsak edilemez. O, hürriyetine aşıktır.İşte bunlardan ötürü Türkler, özgürlüklerinin timsali olarak Bozkurt'u kendilerine simge seçmişlerdir. Bozkurt, Türk bağımsızlığının ve Türk özgürlüğünün simgesidir. Türkler de, Bozkurtlar gibi özgürlüklerine vurgundurlar. Tarihe bir bakın; Türkler'in asla köleleştirilemediğini göreceksiniz. Orta Asya'dayken, Çinliler bunu yaklaşık 1500 yıl denemiştir; ama hiçbir zaman başaramamışlardır. Türkler'in tarihi, bir zaferler geçididir. Ama yenilgilere, bozgunlara, kıyımlara da uğramışlardır. Ancak, hiçbir zaman galibe boyun eğmemişlerdir. Boyun eğmektense yüzyıllardır yaşadıkları ata topraklarını bırakıp göç etmişlerdir; tıpkı bir kurtçasına. İşte, tarihteki büyük Türk göçlerinin ana nedenlerinden biri de, bu boyun eğmeme isteğinden kaynaklanan yeni ve başına buyruk yaşanacak yurtlar bulma dileğidir. Türkler'in bir kurt misali, boyun eğmeğip de ölümü yeğlemelerine tarihin karanlık sayfalarından, damarlarında Türk kanı taşıyan her kişiyi kıvançlandıracak ve yüreğini titretecek bir örnek:
Yıl MÖ 54. Hun yabgusu (yabgu, hunlar zamanında Türk hükümdarlarının imparatorluk sanıdır) Hohanyeh (MÖ 58-31) sıkıntılıdır. Çünkü, güneybatıdaki zengin toprakların elden çıkmasıyla devletin gelirleri azalmış, Çin'in kışkırtması sonucu yöneticilerin arası açılmıştır. Hohanyeh çare olarak Çin himayesine girmeği düşünür. Fakat, devletin sol kanadını yöneten kardeşi Çiçi Han buna şiddetle karşı çıkar. Başka bir devletin himayesine girmektense yok olmayı yeğlediğini söyler. Çıkan iç savaşta Çiçi, ağabeyi Hohanyeh'e üstünlük sağlar ve başkenti ele geçirerek Hun yabgusu olur. Çiçi Yabgu, dörtbir yana yaptığı akınlarla devletini güçlendirir. Çu ve Talas ırmakları arasında yeni bir kale-kent kurar (MÖ 41) ve kentin etrafını surlarla çevirir. Fakat, Hun Devleti'nin gücü, Çin'i telaşlandırır. Çinliler, büyük bir ordu ile kale-kenti kuşatırlar. Türk ordusu seferdedir. Kale-kentte yalnızca savaşçılar, tiginler (prensler) ve hanedan üyeleri olmak üzere toplam 1518 kişi vardır. Çinliler, Hunlar'dan teslim olmalarını isterler. Durum, kurultayda görüşülürken Çiçi yabgunun şu sözleri kale-kenti çınlatır ve torunları olan bizlere ulaşır:
''Boyun eğmeyeceğiz ! Çünkü bu, şan ve şerefle yaşamış atalarımıza karşı yapacağımız ihanetlerin en büyüğüdür ! Atalarımız bize, bu topraklarla birlikte özgürlük ve bağımsızlığı da emanet ettiler ! Savaşçılığımız ve atıcılığımızla, yabancıları titreten bir millet olduk ! Korumakla görevli olduğumuz bu emanetleri, adi bir yaşam uğruna feda edemeyiz ! Savaşçıların yazgısı, savaşta ölmektir ! Biz ölsek de kahramanlığımızın şanı yaşayacak, çocuklarımız ve torunlarımız öteki kavimlerin efendisi olacaktır !''
O gece tüm çeriler pusatlanıp atlarına binerler. Havada puslu bir dolunay vardır. Kale kapıları açılır ve MÖ 36'nın o puslu gecesinde 1518 Türk, yel götürmez Çin ordusunun üzerine bir sel gibi akar. Sonuçta 1518 Türk, ecelin acı şerbetini içer ama Türk bağımsızlığı bugüne değin sürer. İşte özgürlük ve bağımsızlığı feda yerine ölümü seçmek; Bozkurtçasına.
En eski Türk efsaneleri kurt ile başlar. Kurt, Türk mitolojisinin başlangıcı ve aynı zamanda en önemli motifidir. Bozkurtlar, öteki kurtlara benzemezler. Onlar sürü halinde dolaşırlar. Başlarında yaşlı ve deneyimli bir önder kurt bulunur ki bu kurda Eke Kurt adı verilir. Kurtlar, başka hayvanlar gibi sürünün en güçlü hayvanını değil, en deneyimli olan üyesini önder olarak seçerler. Tüyleri kırlaşmış ve gök olmuş bu önder kurtlar sürüyü çekip çevirir, yönetir, yiyecek bulmak için en uygun koşulları ararlar. Türkler, yaşlı ve deneyimli kurdun ardından koşan genç kurtlardan daha çok öndeki yaşlı, deneyimli ve yeleleri kırlaşmış Gök Kurt'a önem verirlerdi. En eski Türk efsanelerinden beri görülen gök kurtlar da yeleleri kırlaşmış, sürülerini usta bir komutan gibi yöneten, düşmanları şaşırtıp pusuya düşüren böyle kurtlardır. ''Gök'', hem sonsuzluğa uzanan göğü, hem de göğün kendi rengini anlatan bir deyimdir. Oguz Kagan dahi, yüzü gömgök olarak doğmuştur. Eski Türkler, Tanrı elçilerine de Gök Sakallı derlerdi. Gök Börü, Gök Kurt, Boz Kurt deyimleri de böyle bir ululuğu ifade eder.
Türkler, yeleleri kırlaşmış deneyimli ve öncü kurtlara önem verirlerken Moğollar'ın gözlerinde köpekler kutsallaşmıştır. Moğollar'ın öz mitolojilerinde egemen olan hayvan kurt değil köpektir. Fakat Moğollar, uzun süre Türkler'in egemenliği altında yaşamışlar, Türkler'den kültürel olarak yoğun bir biçimde etkilenmişlerdir. Bu etkileşimin sonucu olarak öbür kültürel unsurlarla birlikte Bozkurt'u da almışlar ve Cengiz Han'ın ataları arasına Bozkurt'u koymuşlardır. Ancak yine de, Moğol kültüründe Bozkurt çok önemli bir yerde değildir. Türkler de ise Bozkurt, destan - efsane - mitoloji - folklor derken hemen hemen her alanda ortaya çıkar. Çünkü Bozkurt tarihin derinliklerinden kaynaklanan bir ivme ile Türk kültüründe ayrılmamacasına yer edinmiştir.
İşte, bütün bu anlatılanlar Bozkurt'un Türklük için niçin'ini ve nasıl'ını açıkça ortaya koymaktadır. Bozkurt, Türk özgürlük ve bağımsızlığının timsali olarak, Türk kültürü ile bütünleşmiş bir biçimde, Türklüğün benlik ve belleğinde yaşamaktadır.
Damarlarında Bozkurt'u hissedebilen her Türk'e selam olsun.
HUN TÜRKLERİ ve KURT
Altay Dağları'nda yaşayan Hun Türkleri, gülen ya da kızan Kurt heykelleri yaparlardı. Büyük Hun Devleti'ni kuran Türk boyları daha çok Altay Dağları ile bu dağların güneybatısında yayılmışlardı; bu boylar ileride Kök Türk devletini kuracaklardır. Altay Dağları'nın, özellikle batı bölümlerinde bulunan kurganlarda, ağaçtan ve madenden yapılmış birçok kurt heykelciği ele geçmiştir. Bu heykelciklerin çoğu, dizgin ve eğerlere süs olmak için yapılmışlardır. Bu kurt heykelleri, doğal bir üslupla yapılmış olup gerçek bir kurdun fizyonomisini tam olarak yansıtmaktadırlar. Bu kurtların kimileri gülümsemektedirler. Bu kurt heykelcikleri, sıradan bir hayvan heykeli değildir. Onları yapan sanatçılar, kurtların yüz ve duruşlarına bir insan tavrı vermiş ve bu kurtları adeta kişileştirmişlerdir.
Bu kurtların bazıları ise korkunç görünüşlüdür. Büyük dişleri, korkutucu yüz ve göz hareketleri vardır. Kurt, insanlarca bazan korkunç olarak düşünülmüştür. Ama, Türk efsanelerinde görüldüğü üzere kurt, bu bölgelerde yaşayanların ata olarak da kabul ettikleri bir varlıktır. İşte, gülen ve şefkatle bakan kurt heykelleri bu bölge halklarının ataları olmalıdırlar.
Türkler'in kurttan türeyişi ile ilgili efsaneler ilk kez Kök Türkler zamanında görülmez. Bundan çok önceki çağlarda, mesela Asya Hun Hakanlığı döneminde bile, Türkler arasında böyle kurttan türeme efsaneleri vardı. Hunlar zamanında Batı Türkistan'da Büyük Hun Devleti'ne bağlı olarak yaşayan Usun Türkleri'nin de bir kurttan türeme efsanesi vardır. Bu efsane Çin tarihlerinde kayıtlı olup Usun Türkleri'nin hükümdar soyu ile ilgilidir. Fakat bu efsane, Kök Türk efsaneleri gibi köklü görünmemektedir. Usun Türkleri'nin kurttan türeme efsaneleri özetle şöyledir:
...Zamanın birinde, Usun Türkleri'nin ''Kunmo'' sanını taşıyan bir hanları vardı. Bu hân, Hun Devleti'nin batısında Hunlar'a bağlı olarak hüküm sürerdi. Hunlar ile Usunlar arasında savaş çıktı. Bir Hun saldırısında Kunmo'nun babası öldü. O sıralarda Kunmo çok küçüktü; daha yeni doğmuştu. Hun hükümdarı, Kunmo'nun çöle atılmasını, ölüm-kalımının kendi yazgısına bırakılmasını emretti. Çocuk çöle bırakıldı. Çölde emeklerken bir karga üzerinde dolaşmağa başladı ve gagasında tuttuğu eti yavaşça yaklaşarak ona verdi; sonra uzaklaşıp gitti. Kuşlar da çocuğu sineklerden korumakta idi. Sonra dişi bir kurt geldi; memesini çocuğun ağzına vererek onu emzirdi, sütü ile besledi. Bütün bu olanları gören Hun hükümdarı şaşırdı; çocuğun kutsal bir yavru olduğunu anladı. Çocuğu alıp adamlarına verdi; iyi bir bakımla büyütülmesini buyurdu. Çocuk büyüyerek yahşı bir yiğit oldu. Hun kaganı da, onu ordularından birine komutan yaptı. Gittikçe gelişen ve başarılar kazanan Kunmo'ya gönül bağlayan Hun kaganı, babasının eski devletini ona vererek Kunmo'yu Usun Türkleri'nin başına han olarak atadı...
Kök Türkler'in kurttan türeyiş efsanelerinin sonucunda bir cihan imparatorluğu ortaya çıkar. Ama yukarıda verilen Usun efsanesinde, Hun Kaganlığı'na bağlı küçük bir kıral vardır. Kıral, Hun imparatorunca cezalandırılmıştır. Ve sonradan, kıralın çocuğu yetiştirilerek babasının ülkesine yönetici olarak atanmıştır.
Çin tarihlerinin yazdıkları bu kayıttan anlıyoruz ki, Kök Türkler'in kurttan türeyişlerine benzer efsaneler, MÖ'ki yıllarda da söyleniyor ve bütün Türk boylarınca bunlara inanılıyordu. Bu tür efsaneler Türkler arasında o denli yayılmıştı ki, Çin tarihleri Türkler'den bahsederken, hemen bir kurttan türeme efsanesinden dem vuruyorlardı. Hun çağının yukarıda anlatılan bu kurt efsanesi, biçim olarak daha çok Kök Türk efsanelerine yakındır. Zaten Kök Türkler de -yerli ve yabancı tarih kaynaklarının da belirttiği üzere- Hunların soyundan gelirler ve kendileri de Hunlar'ın Orta Asya'daki mirasçıları olarak yaşamış ve davranmışlardır.
Avrupa'da büyük ve güçlü bir devlet kurmuş olan Batı Hunları'nda da Bozkurt ile ilgili malzemeler yer alır. Hun Türkler'i Avrupa'ya geldikten sonra -özellikle Cermenler'de- kimi yeni kurt efsaneleri görülmeğe başlanmıştır. Fakat Türkler'in kurt efsanelerinin motifleri, Romalılar'da bulunan kurt efsanesine aykırı düştüğü için, Batı Hun Türkleri ile Avrupa'ya gelen kurt efsaneleri daha çok Cermenler tarafından benimsenmiştir. Cermen kavimleri, büyük Batı Hun hakanı Attila'nın yüzünün bir kurda benzediğini söylerlerdi.
BOZKURT - TÜRKLÜK - TÜRKÇÜLÜK
Türk destanları arasında, milli motifler bakımından özellikle dikkat çekenler şunlardır:
Oguz Destanı.
Bozkurt Destanı.
Ergenekon Destanı.
Göç Destanı.
Bu dört destandaki ortak ve temel motif, Bozkurt'tur.
Oguz Destanı'nda, seferleri sırasında Oguz Han'a Bozkurt yol gösterip kılavuzluk yapmış, Oguz Han'ın orduları bu sayede zaferler kazanmıştır.
Bozkurt Destanı'nda, ayakları ve kolları kesilip ölüme terk edilen Türk gencini dişi bir kurt iyileştirip beslemiş; düşman askerlerinin genci öldürmek istemesi üzerine de Altay Dağları'na kaçırıp kurtarmıştır. Daha sonra dişi kurt, bu genç ile evlenip 10 oğlan doğurmuştur. Bu çocukların büyüyüp çoğalması ile, Türk soyu eriyip gitmekten kurtulmuştur. Hükümdar olan Aşına, Bozkurt'un anısını unutmadığını göstermek için, çadırının önüne kurt başlı bir bayrak dikmiştir.
Ergenekon Destanı'nda ise, Bozkurt, demir dağı eritip çıkan Türkler'e yol göstermiştir. Ergenekon'dan çıktıktan sonra, Türklerin ilk hükümdarı Börte-çine (Boz-kurt) adını almıştır.
Göç Destanı'nda, ana yurtlarından ayrılmak zorunda kalan Türkler'e, bir Bozkurt yol göstermiştir.
Bu destanlarda, Bozkurt'un şu nitelikleri ortaya çıkmaktadır:
Soyun devamını sağlamak.
Türkler'e kılavuzluk etmek.
Türkler'i felaketlerden kurtarmak.
BOZKURT VE TÜRKLÜK
Türk destanlarındaki Işık, Kutlu Dağ, Bozkurt gibi motifler, kuşkusuz birer simgedir. Bozkurt hayatiyetin, milli rehberin, kurtuluşun, özgür ve bağımsız yaşamanın simgesi olmuştur. Türk tarihinde pek çok kahraman, Bozkurt simgesi ile temsil edilmiştir. Aşına sözcüğünün hem bozkurt anlamına gelmesi, hem de Hun ve Göktürk hükümdar sülalesinin adı olması rastlantı değildir.
Bozkurt'tan türemiş olma inancı, Türkler'e uzun çağlar boyunca kıvanç ve güven vermiştir. Türkler'in dar zamanlarında ve millet yaşamında büyük etkisi olacak hareketlere girişilirken Bozkurt onlara yol göstermekte, kılavuzluk yapmaktadır. Türk'ün başı çok sıkıştığında Bozkurt'un ortaya çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine şefkatle eğilen bir ana-baba duygusunu hatırlatacak ölçüde derin bir anlam taşımaktadır. Sanki Bozkurt, Türk milletini manevi bir alemden sürekli olarak takip etmekte, çaresiz zamanlarında ona yol göstermektedir.
KURTULUŞ SAVAŞI, ATATÜRK ve BOZKURT
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türk topraklarının işgaline karşı yapılan Kurtuluş Savaşı, destan çağlarında cereyan etmiş olsa idi, bir Kurtuluş Destanı ortaya çıkacak ve bu destanda da mutlaka bir ''Bozkurt motifi'' bulunacaktı. Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı'nın öncüsü ve en baştaki teşkilatçısı olmuş, bu niteliği ile (tıpkı Bozkurt gibi) bir kılavuz vazifesi görmüştür. Daha sonra da, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması ile (yine Bozkurt gibi) kurtarıcı durumuna yükselmiştir. Son olarak, devrimleri ile çağdaş, ileri ve milliyetçi Türk nesilleri yetiştirme çabası, onun Türk milletinin bekasını sağlamağa yönelik amacını göstermektedir. Kendisine önerilen soyadları arasından Atatürk'ü seçmesi ise, onun gelecekteki Türk nesillerince ata olarak anılma isteğinin belirtisidir. Böylece kılavuz, kurtarıcı ve ata niteliklerini kendisinde birleştirmiştir. Atatürk bundan ötürü yabancı yazarlarca -derin bir sezgi ile- Bozkurt olarak adlandırılmıştır.
BOZKURT ve TÜRKÇÜLÜK
Türkçüğün asli unsurları; birlik ve bütünlük, özgür ve bağımsız yaşamak, Türk varlığının sonsuza değin devam ettirilmesi azim ve iradesidir.
Bu durumda, Bozkurt'ta simgeleşen düşüncelerle Türkçülüğün hedefleri tam bir ayniyet içinde bulunmaktadır. Bunun içindir ki Bozkurt, Türkçülüğün de simgesi olmuştur.
Sonuç olarak Bozkurt, Türk destanlarındaki müstesna yeri gibi, Türkçülük tarihinde de seçkin bir konumdadır.
Yukarıdaki makale, Orkun Dergisi'nin Kasım 1998 tarihli 1. sayısının 40-42. sayfalarında yer alan ''Destanlarda Türkçülük İzleri'' adlı makaleden alınmıştır.
KURT OYUNU - TURAN TAKTİĞİ
Kurtların kışın aç kaldıklarında uyguladıkları bir avlanma taktikleri vardır.
Bu taktiğe göre kurt sürüsü iki kümeye ayrılır. Birinci küme fedai kümesidir; ikinci küme ise pusu kümesi. Fedai kümesi köpeklerin bulunduğu yerleşim yerine girer ve köpeklere saldırır. Biraz mücadele verdikten sonra fedai kümesi, yenilmiş gibi davranıp köpeklerden kaçmağa başlar; tabiki köpekler de kurtların ardından onları kovalamağa başlarlar. Ama köpekleri bir sürpriz beklemektedir. Çünkü asıl ve kalabalık topluluk olan pusu kümesi, onları yerleşim yerinin dışında beklemektedir. Pusu kümesi hilal biçiminde dizilmiş ve iyice gizlenmiştir. Fedai kurtlar, köpekleri kurnazca bu hilalin ortasına çekerler. Köpekler hilalin içine tümüyle girince, pusu kümesi, hilali uçlarından kapatır ve köpekler bir çember içine alınmış olur. Artık köpeklerin kurtuluş umudu yoktur; zafer kurtlarındır ve karınlarını doyurmak için avlarını parçalarlar.
Eski Türkler, kurtlarda gördükleri bu oyunu bir savaş manevrası durumuna getirmişler ve yaptıkları birçok savaşta kullanagelmişlerdir. Bu savaş manevrasına ''Kurt Oyunu'', ''Hilal Taktiği'', ''Turan Taktiği'' gibi adlar verilir.
Tarihi kayıtlar incelendiğinde, Roma imparatoru Sezar'ın, sahte geri çekilme ve pusuya dayalı Kurt Oyunu'nu Asya'lı göçebe savaşçılardan öğrenip uygulamağa çalıştığı anlaşılmaktadır. Fakat Roma ordusunun, Türk ordusu gibi süvariliğe dayanmayıp piyade ağırlıklı olmasından ve Roma ordusunda okçuluğa verilen önemin az olmasından ötürü, Roma ordusu Kurt Oyunu'nu uygulamakta yetersiz kalmıştır. Çünkü Kurt Oyunu hızlı bir manevra yeteneği ve yüksek okçuluk kabiliyeti gerektirir ki bu da o zamanlar ancak atlı birliklerle sağlanabilirdi.
Türkler, zamanımıza kadar birçok savaşta (mesela Mohaç Meydan Savaşı, Malazgirt Meydan Savaşı, Kurtuluş Savaşı'ndaki birçok çarpışma; Hun, Kök-Türk, Avar ordularının yaptıkları savaşlar...vb) bu taktiği maharetle uygulamışlardır. Zaten Türkler, yaptıkları savaşların hemen hemen tümünde düşmandan sayıca az bulunmuşlardır. İşte sayıca az Türk ordusunun kalabalık düşman ordularını alt etmesinin arkasında yatan sırlardan biri kurtlardan alıp uyguladıkları bu savaş taktiğidir.